29 Ocak 2012 Pazar

Yönetim Transferi Değil Transfer Yönetimi Gerekli

Galatasaray adına bir transfer daha kesinleşmeye yakınlaşmışken gerçekleşmedi. Reyes, Forlan, Keita, Podolski, Necati ve son olarak Shaqiri. Galatasaray Mayıs'tan beri santrafor, Arda gittiğinden beri kanat oyuncusu arıyor. Ancak gelen ofansif oyuncular içinde (Elmander, Engin, Riera, Sercan, Yiğit) Elmander hariç diğer oyunculardan yüksek verim alınmayacağını herkes anladı. Reyes ve Forlan Galatasaray'ı istemedi. Podolski, Keita, Necati ve Shaqiri'yi de fiyat çok yüksek geldiği için Galatasaray istemedi. Maliyet konusundaki yönetimdeki görüş ayrılıklarının transfere engel olduğu da konuşuldu. Sonuçta hayal kırıklığını yaşayan Galatasaray camiası oldu.

Forumlarda, bloglarda, haber sitelerinde takip ettiğim kadarıyla yönetime çok büyük bir tepki var. İtiraf etmeliyiz ki şike soruşturmasından ne kadar etkilenirse etkilensin ve soruşturma sonucu hangi kararlar alınacaksa alınsın, Galatasaraylı taraftarlar - play-off'a katılması halinde - Fenerbahçe'nin derbilerdeki son yıllardaki üstün performansından biraz çekiniyor. Geçmiş yıllardaki normal lig statüsü uygulansaydı bu rüzgârı arkasına almış Galatasaray taraftarı bu çekinceyi büyük ihtimal yaşamayacaktı. Ama bu yeni statüde, yapılacak transferin play-offlar için önemli rol üstleneceğini düşünen taraftar, bu tepkide pek haksız değil.

Yaklaşık 25 gündür transferi için görüşmeler yapılan bir adam için (ki bunu Ünal Aysal'dan, Fatih Terim'e kadar herkes açıkladı) 23 Ocak günü görüşmelere başlandığı resmi site tarafından duyruluyor. Başkan "Shaqiri Galatasaray'a, Galatasaray da Shaqiri'ye çok yakın" diye açıklama yapıyor. Artık herkes resmi imzayı beklerken oyuncudan vazgeçildiği açıklanıyor. Taraftar da sezon başından beri her seferinde aptal yerine koyulduğunu düşünüyor.

Ünal Aysal seçildiği günden beri yaptığı her açıklamada, bugüne kadar gördüğümüz yönetici profilinden farklı bir çizgide olduğunu gösteriyor. Ne var ki, aynı farklılık transfer açıklamaları konusunda da söz konusu. Biz futbolseverler, bugüne kadar transfer tüm detaylarıyla gerçekleşmeden herhangi bir yöneticinin ağzından herhangi bir futbolcunun adını duymamıştık. Bu yüzden sezon başında Galatasaray başkanının ağzından Forlan ve Reyes isimlerini duyunca, değil transfer görüşmesi, bu iki futbolcunun Florya’daki evlerinin bile tutulduğuna emin olduk. Ünal Aysal’ın sadece transfer görüşmesi yapacağını açıklıyor oluşu, daha hiçbir şey netleşmeden isim veriyor olması bize kesinlikle mantıklı gelmiyordu. Bu sebeple büyük hayal kırıklığı yaşadık. Transfer konusundaki bu şeffaflığın doğru veya yanlış olduğunu tartışacak konumda değiliz. Ancak transfer ile ilgili değinilecek farklı noktalar var.

Galatasaray'ın Shaqiri veya benzer bir transfer yapması halinde bile yabancı futbolcu transferi konusunda önünde başka soru işaretleri var. Galatasaray'ın şu an ideal kadrosu 6 yabancı içeriyor. Muslera, Ujfa, Melo, Elmander, Eboue ve Baros'un sağlıklı oldukları sürece yedek beklemeleri zor gözüküyor. Gelecek yabancı futbolcunun rotasyon için alınmadığını düşündüğümüz zaman oturmuş sayılan takım ritminde bazı değişikliklerin şampiyonluk yolunda risk oluşturduğu görülüyor.

Açıkçası Galatasaray, yaratıcı bir Türk ofansif orta saha oyuncusu bulursa, bu oyuncuyu transfer etmek için normal şartlar altında varını yoğunu ortaya koyması gereken bir pozisyondayken, Gökhan Töre'yi sezon başında, Olcan'ı da devre arasında pas geçmesinin sıkıntılarını şu an çekmeye başladı. Türk futbolu elinde var olan bu yetenekte futbolcuları, belli bir yaş sonunda sağlam bir fizik kalitesine eriştirirek, sahaya sunamadığı bir dönemden geçerken, çok değerli bu fırsatları kaçıran yönetim, şampiyonluk kazandırabilecek bu fırsatları teptiklerinin farkına iyi bir oyuncu transfer edemezlerse varacaklar, bu da biraz geç olacak.

Diğer bir yönden, Galatasaray şampiyonluğa oynayan bir takım olarak, transfer listesinde ofansif Türk oyuncu alternatifleri bu kadar kısıtlıysa, burada bir değerlendirme ve tespit yapmak gerekiyor.

Türk futbolunun altyapısının ve - ne kadar bu sene Semih ve Emre gibi altyapı oyuncularını çıkartabilse de - Galatasaray altyapısının bir duraklama dönemine girdiğini söyleyebiliriz. Maalesef Türk futbolu son dönemde kendi sınırları içerisinden 2-3 tane iyi kanat oyuncusu ve 2-3 tane forvet yetiştirebildi. Türk milli takımındaki sorunun da bu yetenek kısırlığına bağlı olduğu net bir şekilde ortaya çıktı. Milli takım son 2 senesinde Arda'nın ayağına bakan bir takım oldu. Onun oynamadığı özel ve resmi maçlarda gol bile atamadı (Almanya, Azerbeycan, Güney Kore, Hollanda). Bu karşı karşıya olduğumuz yetenek kısırlığının da ciddi bir altyapı yatırımı ve hocaların cesaretle gençlere şans vermesiyle aşılabileceği kanaatindeyim. Nasıl aşılabileceği hakkındaki detaylı çözüm önerilerine ilerki yazılarda değinmeye çalışacağım.

19 Ocak 2012 Perşembe

Arda Turan: Ağzı torba değil ki büzesin


Arda Turan’ı çok sevdiğimi, en üst düzey futbolcu olarak gördüğümü, yıllardır her ortamda ne olursa olsun kendisini savunduğumu belirtmem lazım. Hep zeki futbolcu olduğunu, uzatılan mikrofonlara önündeki maçlara bakmaktan farklı şeyler söyleyebildiğini, ortalama futbolcu kültürünün daha üstünde olduğunu söylüyoruz. Bu sefer yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış şekilde ifade etti kendini. Aslında Arda’nın bunu ifade etmesine hiç gerekte yoktu.

Pazar günü Lefter’in taziyesi için telefonla katıldığı programda (Türk televizyonlarının en nezih spor programı: Yenilsen de Yensen de) sözü Galatasaray’ın Bülent Korkmaz’a yaptığı vefasızlığa getirmesine anlam veremedik. Kötü niyetli olduğunu da sanmıyorum. Herkes gibi ben de ilgi çekmek için yaptığına inanıyorum. Ama ne gerek var? Bahsettiği şeylerin yanlış olmadığını hepimiz biliyoruz. Bazı dönemlerde Galatasaray yönetimleri hatalar yapmıştır. Benim gözümde yönetimlerin üstünde olan taraftar da gerekli duruşu sergilememiştir. Ancak o yöneticiler artık yok, yenileri de şu ana kadar gereken Galatasaray duruşuna sahip çıkıyorlar. Kırgın olabilirsin, ama yeri değil. Seninle de alakası yok. Amatör ruhunu biliyoruz ama sen artık Atletico Madrid’in oyuncususun. Başsağlığını dileyip o telefonu kapatman gerekir.

Bazı arkadaşlar da aynı telefon bağlantısında Galatasaray’dan “bu kulüp” diye bahsetmesine alınmış. Bu grubun anadilinin Türkçe olduğundan şüpheleniyorum. “Bu” işaret sıfatı ile ilgili bir anım var, onu anlatmak istiyorum. Lisede çok sevdiğimiz bir edebiyat hocamız vardı. Sezen Hoca. Yaşlı bir adam olmasına rağmen bizlere arkadaş gibi davrandığı için tüm okul saygı gösterirdi. Arkadaşlarımızdan biri ortaokuldaki çocuklara uzaktan geçen Sezen hocayı işaret ederek, coşkulu bir şekilde, -bu adam var ya bu adam, ilerde sizin de dersinize girecek, size de ders anlatacak- demişti. Bunu duyan işgüzar bir öğretmen, “Bu” işaretinden rahatsız olmuş ve Sezen hocaya hakaret ettiği için arkadaşımızı disiplin kuruluna sevk etmişti. Neyse ki Sezen hoca gibi anlayışlı insanlar var da araya girip yanlış anlaşılmayı belirtmiş, konunun kapanmasını sağlamıştı. Bir örnekte Ekşisözlük’te verilmişti: Babasına kızan bir çocuk, annesine gidip, -bu adam neden böyle yapıyor ?- dese babasına hakaret etmiş mi olur? Bu iki örnekte “bu” işaretinin zararsız olduğunu görüyoruz. Özellikle de yanına isim alıp tamlama yapıldığında (bu kulüp, bu kadın, bu taraftar) sahiplenme bile çağrıştırıyor bana. Bu biraz ses tonuyla ilgilidir, biraz da vurgulamayla. Alıngan arkadaşların birçoğunun da söz konusu telefon bağlantısını dinlemediğine, kulaktan dolma bilgilerle efelendiklerine de eminim zaten.

Arda Galatasaray’dan kırgın ayrılmıştır. Asıl kırgınlığının yönetime veya kulübe değil, taraftara olduğuna inanıyorum. Aynı şekilde taraftar da Arda’ya kırılmıştır. Metin Oktay diye büyüttükleri, bir zamanlar çok sevdikleri çocuğun kendilerine ihanet ettiğine inanmakta, bırakıp gittiği için ona gücenmişlerdir. İki tarafta haksızdır. Galatasaray’ın her şeyi abartan, orta yollu olmasını bilmeyen taraftar grubu, önce sırtındaki 10 numara, kolundaki pazubandı görünce Metin Oktay diye saldırıp Arda’yı yüceltmiş, daha sonra medyanın karşısında bu çocuğun arkasında durmak yerine üstüne gitmiştir. Aynı taraftar grubu Arda’yı sinemaya gittiği için protesto edip kalbini kırmıştır. Maalesef bir Galatasaray kaptanı Ali Sami Yen Stadyumunda yuhalanmıştır. Arda, en güvendiği dayanağı olan “taraftar” tarafından aşağılanmıştır. En çok taraftarın homurdanmasına üzüldüğünü söyleyen, tribünleri ailesi gibi gören, gerektiğinde en fanatik Galatasaray taraftarı kadar amatör davranan biri için Ali Sami Yen’de yuhalanmak çok zor olsa gerek. (Okumadıysanız, Arda Turan’ı tanımak adına Tamsaha Dergisine verdiği röportajı öneririm). Arda da alınganlık, duygusallık eşiklerini bir futbolcu gibi değil, bir genç kız seviyesinde tutmuş, her şeye sahada cevap vermek yerine saha dışında oynamayı tercih etmiştir. Bazı arkadaşlarım “Arda madem o kadar iyi bir Galatasaraylı, kaptanlık pazubandını 23 yaşında koluna taktıktan sonra daha ne isteyebilir? Bu bir Galatasaray taraftarı için Nirvana değil midir? Kulağını tıkayıp işini yapacağına sağa sola bulaşmaya ne hakkı var?” diye sorduklarında, son derece hak veriyorum. Sonra kendimi Arda’nın yerine koyuyorum, ona da hak veriyorum. Velhasılıkelam, yapacak bir şey bulamıyorum.

Bu yazıyı niye yazdığımı ben de bilmiyorum. Yeni, yapıcı, kimsenin bilmediği bir şey söylemedim. Arda konusunda biraz garip tepkiler gösteriyorum. En sıkı Galatasaraylı dostlarım bazen şöyle tespitler yaptılar: “Sen Arda Turan’ın iyiliğini, Galatasaray’ın iyiliğinden daha öncelikli buluyorsun.” Genelde evet diye cevap veriyorum ama doğru değil. Sonuçta Arda bir futbolcudur. 35 yaşına geldiğinde bu mesleği bırakacaktır. Açıkçası benim bayrak adam merakım da yoktur. Arda çok çok yetenekli, izlemekten çok keyif aldığım bir oyuncudur. Bugüne kadar hiç Metin Oktay’la, Hagi ile veya Bülent’le karşılaştırmadım da zaten. Ama üzüldüğüm konu farklı. Galatasaray taraftarı olarak hep kendimi özel hissettim ben. (belki diğer takım taraftarları için de geçerlidir bu.) Hani biz 14 sene şampiyonluk beklemişiz. Hani mağlubiyet üstü takımımızı alkışlamışız zamanında. Diğer kulüpler futbolcularını protesto eder, biz başımızın üstünde taşırmışız. Yani kaptanı Ali Sami Yen’de yuhalamak falan, mümkün değil. Ben taraftarlık müessesesini hep böyle gördüm. (eski taraftar yazılarından) Artık böyle bir şey kalmadı. Şu an aktif olan taraftarı da anlıyorum. Ergenlik döneminde Uefa Kupası gördük biz. Başarılarla büyüdük. 14 sene hasret çekmedik. Bugünkü kolay insan harcama düsturu bundan kaynaklanıyor hep. Hemen şampiyon olalım, futbolcu konuşmasın, gitmesin, gelmesin, sadece koşsun. Biz de lay lay lom sevinelim sadece.

16 Ocak 2012 Pazartesi

2011 Senesi ve Öne Çıkan Futbolcular Vol.4




Micah Richards:
Hani futbolcuya benzemeyen ama iyi top süren adamlar vardır. O kadar iri ve güçlü ki, bu adam nasıl bu kadar atletik ve hızlı diye sorarsınız kendinize. Tekmeye kafa uzatanlar vardır bir de, fedai gibidirler. Bazıları da, bu savunmacı her seferinde doğru yerde olmayı nasıl beceriyor diye sordurur bize. Bu özelliklerin hepsi Man.City’nin tank lakaplı oyuncusunda mevcut. 88 doğumlu olan Richards, o kadar gelişme gösterdi ki, City’nin zengin sahipleri bir sağ bek almak için onlarca milyon vermeye gerek duymadılar. Defansın ortasında ve orta sahada da oynayabiliyor üstelik. Sağ bekten top sürerek hücuma da çıkabiliyor, en kritik anda ilerideki arkadaşlarının yardımına da yetişiyor. City’nin altyapıdan yetişen futbolcusu olmasından mıdır, fiziğinden midir, 24 yaşında olmasına rağmen takımın abisi gibi duruyor. Şampiyonluğa oynayan takıma iyice yerleşti ve bayrak oyuncu olma yolunda hızla ilerliyor.  



Edinson Cavani:
Çoktandır kimsenin ayağı için raket gibi benzetmesini kullanmıyordum. Cavani’nin bazı şutları için raketten daha uygun bir betimleme bulamam. Hem uzun boylu, hem yetenekli, üstüne üstlük top ayağına çok yakışıyor. Cavani’nin en önemli özelliğinin bitiricilik, son vuruş olduğunu söyleyebiliriz. Hem kafa hem ayakla topu kalecinin ulaşamayacağı yere öyle güzel gönderiyor ki, top kaleye girmeden gol sevinci yaşatabiliyor tribünlere. Şampiyonlar liginde finallere kalan Napoli’nin ileri üçlüsünde Hamsik ve Lavezzi ile beraber şov yapmaya doymuyorlar. Cavani ise formunu diğer ikisine göre çok daha hızlı artırıyor. Bu hızla devam ederse 7 numaralı forma giyen efsanelere bir tane daha eklemek zorunda kalacağım.  



Alan Dzagoev:
90’lı yılların yıldız futbolcularını hatırlayın, hani hep 10 numara olarak tanımlardık. Dzagoev’i izlerken sanki bu oyuncuların nesli tükenmişte, sonuncusunu izliyormuşuz gibi hissediyorum. Boyuyla, fiziğiyle, top sürüşüyle, vuruşlarıyla hep bir tanıdık hali var. Bir de oyun içinde top ayağındayken durarak oynaması yok mu, fena halde nostalji yaşatıyor. Günümüz futbolunda durmak mümkün değil artık, hep daha hızlı olmak gerek. Ama Dzagoev durup kafayı kaldırdığında hemen ardından çok iyi bir şeyler geleceğini hissediyorsunuz. Zaten iğne deliğinden geçen top, adrese teslim pas gibi betimlemeler hep bu tür oyuncuların yaptığı işlerde ortaya çıkmıştır. Duran topların başında bir Recoba, bir Juninho gibi beklediğini de söylemem lazım. CSKA Moskova’da birçok yetenekli oyuncu var ancak Dzagoev olmasa top oynayamazlarmış gibi geliyor bana.



12 Ocak 2012 Perşembe

2011 Senesi ve Öne Çıkan Futbolcular Vol.3


Raul Meireles:
2008 Avrupa Şampiyonasında Portekiz takımının sıradan oyuncularından biri olarak gösteriliyordu. Milli takımda da 14’üncü – 15’inci adam olarak kullanılıyordu. Ancak 1983 doğumlu Meireles bir futbolcunun gelişiminin sadece kendine bağlı olduğunu gösterenlerden. 26 yaşında Liverpool’a transfer olan Meireles kısa zaman içinde takımın değişilmezlerinden biri oldu. Özellikle 2011’in Ocak ayından itibaren gösterdiği performans ve büyük maçlarda attığı goller herkesin onu ligin en iyi ortasaha oyuncularından biri olarak göstermesini sağladı. Steven Gerrard’ın yokluğunda orta sahanın her yönünü toparladı. Transferin son günü, apar topar diyebileceğimiz bir şekilde Chelsea’ye transfer oldu. O kadar iyi form tutmuşken, transfere ne gerek vardı, özellikle Chelsea’ye gitmek nerden çıktı anlamadık. Chelsea’de şu ana kadar Liverpool’daki performansını yansıtamasa da orta sahaya dinamizm kattığını söyleyebiliriz. Yukarıdaki fotoğrafta Torres’le çok mutlu görünüyorlar. Meireles Chelsea’de de iyi ama, aynı şeyi Torres için söyleyemeyeceğiz.






Luis Suarez:
Hepinizin bildiği gibi Suarez birkaç senedir Avrupa futbolunun gündeminde. 2010 senesi de Suarez için gayet iyi geçti. 35 golle Hollanda ligi gol kralı oldu. Dünya Kupasında, Gana maçında efsanevi el müdahalesi de unutulmazlardandır. Hem penaltı yaptırıyorsun, hem takımını 10 kişi bırakıyorsun üstüne rakip 120.dakika'da penaltı kaçırıyor, sen de kahraman oluyorsun. Ancak çoğumuzun kafasında da “Hollanda liginde gol atmak diğer liglere göre çok daha kolay. Çünkü neredeyse bütün takımlar hücum futbolu oynuyorlar ve defanslarında çok büyük boşluklar bırakıyorlar o yüzden ligde de çok gollü maçlar oluyor” efsanesi duruyordu. Özellikle Huntelaar’ın Real Madrid’de başarılı olamaması bu teze doğrular nitelikteydi. Ama Suarez Liverpool formasıyla çıktığı ilk maçtan itibaren çok iyi bir performans gösterdi. Attığı goller kadar oyun içinde topu doğru yerlere taşıması ve anlık adam eksiltmeleri Liverpool taraftarını mest etti. Geçen sene Kuyt’un ManU karşısında hat-trick yaptığı maçta attırdığı ilk gol, boş bir zamanında Youtube’a girilip izlenilesi değerdedir. Maalesef sadece performansıyla değil, Partice Evra’ya karşı ırkçı söylemlerde bulunduğu iddiasıyla da öne çıktı Suarez. Her ne kadar yanlış anlaşıldığını söylese de, 8 maç + para cezası aldı. Maç içinde de etik olarak çok da tasvip ettiğimiz bir arkadaş değil ama yeteneğini takdir etmemiz gerek.


9 Ocak 2012 Pazartesi

2011 Senesi ve Öne Çıkan Futbolcular Vol.2

Haftasonu başladığımız serimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.


Van Persie:
Van Persie futbol hayatının en verimli yılını geçirdi desek yanlışolmaz. Hiç sakatlık yaşamamış olduğu ender senelerden biri olmasını,daha önce bu denli etkili olmamasının başlıca sebebi olarakgösterebiliriz. Thierry Henry gittiğinde, yerine geçebilecek tek isimolarak görüyorduk Hollandalıyı. Maalesef sakatlıklar hiç düşmediyakasından. Geçen sezonun ilk yarısında sakatlıktan döndüğü ve 60küsuruncu dakikada oyuna girdiği Totenham maçını hatırlıyorum da, topuilk kontrol edişi o kadar kaliteliydi ki, iki kişiyi oyundan düşürerekyüzünü kaleye doğru dönüşü alkış almıştı. (Üstünden 1 seneden fazlageçmiş olmasına rağmen çok net hatırlıyorum.) 2011'in başından sonunakadar Premier Ligde 35 gole imza attı. 34 gollü Henry'i geçip, AlanShearer'ın 36 gollük rekoruna çok yaklaştı. Fabregas'ın gidişiylekaptanlık bandını da koluna taktı. Bu görevi de fazlasıyla yerinegetirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu listede bir sıralama yok amaolsaydı, birincilik makamı Van Persie'den başkasına gitmezdi.


David Silva:
David Silva Valencia'da geçirdiği harika sezonlardan ve İspanya Millitakımının Avrupa Şampiyonasını kazandığı yıldan beri eski formuna birtürlü dönememişti. Hatta bizde bu sayfalarda keşke Manchester'ın diğertakımına gidebilseydi diye hayıflanmıştık. Ancak Manchester City'niniddiasını ortaya koyması ve kupaları hedeflemesi onu dacesaretlendirmiş olsa gerek. Geçen senenin başından beri Manchester'ınyükselişinin arkasında duran en önemli 3-4 adamdan biri olduğunudüşünüyoruz. (Aslında en iyisi ve en istikrarlısı.) 2011'in hemen başında sakatlık geçirmesine rağmen hızlıca takıma döndü ve formunu sürekli yükseltmeye başladı. 2011'in ikinci yarısında ise takımını fazlasıyla faydalı olduğunu söylemek gerek. Bazen öyle paslar atıyor ki, Xavi'nin, Guti'nin kulaklarının çınladığına eminim. Eğer istikrar kaybetmezse, futbol kamuoyunun onu en üst düzey bir kaç futbolcudan biri olarak kabul etmesi yakındır. (En üst düzey: Messi, Ronaldo diye başlayıp, Rooney, Drogba, Zlatan... diye devam eden sıralama yapmanın mümkün olmadığı mertebe.)

7 Ocak 2012 Cumartesi

2011 Senesi ve Öne Çıkan Futbolcular Vol.1

Yeni bir yıla girdik ve adet olduğu üzere geride bıraktığımız sene ile ilgili notlar düşmek istiyoruz. Bu başlık altında bahsi geçecek olan futbolcular, sadece 2011-2012 sezonunun ilk yarısında değil, 2010-2011 sezonunu ikinci yarısında da yüksek performans gösterdiler. Ayrıca form düzeyi sürekli yükselen, yeni bir takıma gittiğinde bile beklenilenden fazlasını veren isimleri almaya dikkat ettik. Önümüzdeki hafta boyunca ikişer, üçer isim ekleyerek başlığı genişletmeyi planlıyoruz.

Messi ve Ronaldo’yu yazma gereği duymuyoruz nitekim 5 senedir inanılmaz bir futbol oynuyorlar. Barcelona ve Real Madrid’li futbolculara saygılarımızı iletip diğer performanslara geçelim.


Roberto Soldado:

Öncelikle Real Madrid sportif direktörü Valdano’nun Hamit ve Nuri için yapılan eleştirilere “İyi olmayan bir oyuncunun Real Madrid’de işi olmaz.” diye verdiği cevabı hatırlatalım ve Soldado’nun Real Madrid’in altyapısından yetiştiğini ve bir zamanlar profesyonel kadroda yer aldığını söyleyelim. Raul ve Morientes ikilisinin ardından Suker, Saviola, Anelka, Portillo, Cassano, Robinho, Adebayor gibi üst düzey forvet oyuncuların bile bir türlü kabul görmediği bir kulüp olarak Soldado’nun Real Madrid’deki istatistiklerinin yanıltıcı olduğunu, Getafe’deki performansıyla Valencia’ya 10 milyon euroya transfer olmasından da anlayabiliriz. Getafe’deki iyi performansının sürpriz olmadığını geçen sezon Şampiyonlar Liginde Valencia formasıyla 6 gol atması yeterince açıklıyor. Soldado yüksek performansını bu sezonun ilk yarısında da sürdürdü. Üstelik en önemli özelliği her iki ayağını da sanki o ayağından başka ayağını kullanamayacakmışçasına iyi kullanması. İyi savunmacılara karşı oynadığı maçlarda kesinlikle özgüven problemi yaşamadığını ve bunun forvet oyuncuları için çok önemli bir artı olarak gördüğümü belirtmek isterim. Bu arada, kaçırdığı gollerle taraftara saç baş yoldurtan, hemen arkasından ağzımızı açık bırakan goller atan cinsten kendisi, yani Türkiye’ye yolu düşse işi zor.


Alexander Song:
Alex Song için bir zamanlar Barış Özbek benzetmesi yaptığımı itiraf etmeliyim. Arsene Wenger faktörü sayesinde bir süre sonra beğeneceğime emindim ama bugün Song’un geldiği nokta fazlasıyla iyi oldu. “Yok artık Wenger” demek istiyorum. “Song şu an dünyanın en iyi orta saha oyuncusu” diyemememin 3 sebebi var: Xavi, Iniesta ve Fabregas. Bu işe onlardan geç başladığını göz önüne alırsak demek ki o gün de gelecek. Arsenal’in güzel oyun fikrini yücelten bir isim Song, futbolu tavla gibi düşünürsek, her zar atışta Arsenal için yeni bir kapı açtığını(aldığını) söyleyebiliriz. En sevdiğim özelliğinin, fiziğinden de cesaret alıp top sürerek oyuna girmeye hiç korkmaması olduğunu söyleyebilirim. Takımı net bir şekilde avantajlı kılıyor. 2011’in adı konuşulmamış yıldızlarındandı. Kısaca, “Song ailesini seviyoruz.”

Bugünlük bu kadar. Yarın ve hafta boyunca liste uzamaya devam edecek.

5 Ocak 2012 Perşembe

Karakterli adammış Tim Howard.





Tim Howard’ın dün akşam Bolton’a attığı golü görmeyen kalmamıştır sanırım. Yine de izlemeyenler şuradan izleyebilir. Amerikalı kalecinin vuruşu, kaleden kaleye gole kolay rastlanmadığı için hepimizin ilgisini çekti.

 Everton’ı 1-0 öne geçiren gol olmasına rağmen, Howard’ın gole sevinmediğini fark etmişsinizdir. İzlerken, golde şans faktörü çok yüksekti, acaba ondan mı sevinmedi dediğimde etrafımda itiraz sesleri yükseldi ve sustum. Bu sabah Sky Sports’a yaptığı açıklamaları okuyunca nasıl delikanlı bir futbolcu olduğunu anladım.

Howard : Öne geçtiğimiz ve üç puana yaklaştığımız için çok mutlu oldum, ama bir kaleci için çok güzel bir duygu değil. Aslında gerçekten korkunç. "Geri dörtlü ve sahanın her iki ucunda bulunan kaleciler için, yön değiştiren korkunç bir rüzgar vardı. Sizin de gördüğünüz gibi herkes zamanlama hatası yapıyordu. Defans oyuncuları normalde rahatça uzaklaştırabilecekleri topu es geçtiler. Bence rüzgar oynaması en zor olan hava koşuludur. Kar, yağmur, güneş önemli değil ama rüzgar gerçekten bazen bize oyun oynuyor.

Howard, Bolton Kalecisi Bogdan için ise: Maçtan sonra ona da kötü hissettiğimi, onu anladığımı söyledim. İyi bir durum değil. Çok uzun süre önce ben de aynı durumda kaldım ve bu sebeple golden sonra sevinmedim.

Howard’ı sadece kaliteli bir kaleci olarak görüyordum, ama bu saatten sonra sevdiğim futbolcular arasında bulunuyor. Hem empati kurabilen, hem de karakterli futbolcular olduğunu görmek bu oyunu daha çok sevmemi sağlıyor.