19 Mayıs 2012 Cumartesi

Fazla Hakedilmiş Şampiyonluk

2012 yılı futbolda hak edenlerin her zaman yüzünün gülmediği bir sene olarak hatırlanacak. Ne var ki başarılı olmak için önce onu hak etmek gerektiğini düşünenlerin ve bu uğurda çalışanların yılmasına engel olacak birkaç güzel örneğin her şeye rağmen gerçekleşmesi, motivasyonunu kaybetmeye yüz tutmuş milyonlarca güzel oyun sevdalısı futbolseverin, bu tarz futbola ve emeğe olan inançlarını ayakta tutmasını sağladı.

Allah’a şükürler olsun ki bu güzel birkaç tane örnekten biri, tuttuğumuz takıma isabet etti. Sarı kırmızı renklerin şampiyonluk kutlamalarına ne kadar yakıştığına bir kere daha tanık olduk. Efendi bir şekilde, kimsenin mutsuzluğundan kendimize mutluluk payı çıkarmaksızın, bir haftadır kutlamayı sürdürüyoruz.


Her şampiyonluk hak edilmiş şampiyonluktur. Ama o kadar hak ettik ki bu şampiyonluğu, şampiyonluk kupasını “Kadıköy’de Fenerbahçe’nin elinden” kapıp getirdiğimiz düşüncesi bile aklıma fazla gelmiyor. Çünkü Galatasaraylılar olarak, bu süreçte, aklımız hep 34 haftalık ilk etabın sonucunda kaldı. Kafamız net bir şekilde, 9 puan farkla önde bitirip şampiyon olduğumuz düşüncesi üzerinden çalışıyor. Süper Final'de Fenerbahçe’yle “şampiyonluğumuzu hak ettiğimizi gösterme maçları” adı altında iki maç oynamışız gibi sanki.

Arena’da kaybettiğimiz maçta olsun, Kadıköy’deki son maçta olsun, karakter ve kalite olarak ne kadar üstün olduğumuzu gösterme şansına eriştik. Bu maçların ironisi, gereksiz de olsa, adaletin yerini bulacağı şekilde farkımızı kanıtlama şansını takımımıza bir kere daha sunmasıdır. Bu zevkli iki mücadele, “oyunu oynamama” fikrine sahip her türlü futbol öğesini umutsuzluğa sevk etti. Böylece kulübümüz bu anlamda Türk futbolunun geleceğine yönelik bir katkı sundu.


Futbol bu sene adaletsiz olabileceğinin bazı örneklerini sunsa da yurtdışında “kuralsız” olmadığı için, Galatasaray adına herhangi bir korku unsurunun ve stresinin Avrupa karşılaşmalarında yer almayacağını söyleyebiliriz. Aslında bunu söylemeye bile gerek yok, çünkü Galatasaray için Avrupa arenası her zaman yerli müsabakalardan daha rahat olmuştur. Bunun güzel olmaya çalışan futbolumuzu daha çeşitlendireceğini ve geliştireceğini tahmin edebiliyoruz. Yapmak istediklerimizi yerel ligde gösterdiğimizden daha fazla gösterebileceğimizi düşünüyoruz. CL'de Salı veya Çarşamba akşamı 21.45’te oynanacak bir Galatasaray maçına her Galatasaraylı'nın ne denli özlem duyduğunu, Fatih Hoca'nın "Allah kimseye gördüğünden daha aşağısını nasip etmesin." temennisi iyi açıklıyor.


Teknik olarak, yeni sezondan beklentim hücum çeşitliliklerindeki yükseliş, daha hızlı ve kaliteli pas yapmak ve takımın defansif olarak daha komple bir görüntü sergilemesi olacak. Şampiyon takımın üzerine yapılmış doğru transfer seçimleriyle pozitif gelişmelerin yaşanacağını düşünüyorum. Bu teknik detaylar halledilecekmiş izlenimini zaten veriyor. Fatih Hoca, yaşından mı yoksa tecrübesinden mi geldi bilmem, bu sezon üzerine giydiği olgunluk, sakinlik yeleğini giymeye devam ederse sorun yok. Umarım şampiyonluğun etkisiyle bu yeleği üzerinden atmaz. Tek temennim budur.

Ne güzel reklam olmuş!








18 Mayıs 2012 Cuma

Güzel Arkadaşlık, Güzel Takım, Güzel Oyun


Güzel dostum Zekican Koğuş'tan gelen bu şahane yazıyı birkaç aksaklıktan dolayı yaklaşık bir aydır bekletiyoruz ama 10 yıllar da geçse değerinden hiçbir şey kaybetmez bence:

"Biraz önce 10 Nisan 2012 tarihinde oynanan Barcelona Getafe mücadelesini seyrettim. Mücadele demeyelim de şov diyelim aslında çünkü Barcelonalı futbolcular son zamanlarda aldıkları çok iyi skorlara rağmen eski Barcelona havasını kaybetmişti birkaç haftadır. En azından ben o havayı bulamıyordum. Şimdiki maçta ise tam BENİM Barcelona'mı gördüm. Kişilik yoksunu diye kızılan Busquets'in bile böyle harika bir maç çıkartacağını bilmiyordum açıkçası. Xavi-Messi-Iniesta üçlüsünün harika pasları, havadan direk ayağa paslarla tam bir pozisyon canavarı Barcelona izledik. Sonucu ne olursa olsun ben bu Barcelona'yı izlerim desteklerim. Bunun sonucunu aslında bu seneki sakatlıklar, stoper yokluğu (benim için Puyol'un geçen sene ve bu sene bir süre sakatlık yaşaması) ve takımdaki arkadaşlığın henüz oturmamış olmasına bağlayabiliriz ama ben takımın sonuç ne olursa olsun ruhunu geri kazandığını bu maçta gördüm. Birbirinden güzel dört gol, onlarca kaleye şut gördük ancak yine de bir Villa çok daha güzel dururdu diyorum kendi kendime. Barcelona demişken kimse yanlış anlamasın İngiliz futboluna ya da diğer liglere lafım yok benimki biraz blog sahipleriyle arkadaşlığımızın pekişmesi olarak biraz da İngiliz futbolunda fizik gücü ve teknik ön plandayken zekanın futbolcuda değil de teknik direktörde olması durumu. İngiliz ligine çocukluktan beri ilgi duymadım. Özellikle İspanyol futbolu biraz daha iyi geldi bana -arkadaşlarla en son konuşmamızda da geçtiği gibi stoperler biraz daha gelişse daha güzel olabilirdi.


İşte benim de Barcelona ile ilgili beğendiğim olay pozisyon bolluğu ve futbolcu zekasının ön plana çıkıp, yıllar süren arkadaşlığın ve tecrübenin bir ürünü olarak her maçın pozisyon zengini olması ile film gibi geçen bir doksan dakika izlememiz. Önceden de belirttiğimiz gibi kendi yarı alanında yaptığı pasları rakip yarı alanda da yapan bir Barcelona izledik. Bunun hakkında daha detaylı yazabilirim ilerleyen zamanlarda ama şimdi konumuz çok daha ciddi.


Geçen gün bir şekilde birkaç eksikle bir takım toplayarak yenmeyi çok sevdiğimiz bir grup arkadaşla maç yaptık. Biz genel olarak pozisyon zengini takım oluruz çünkü sahada çoğalmayı becerebilen, aklıyla ve zekasıyla oynayan bir takımızdır. Buna takımdaki eski dostumun zekasını ve forvetteki arkadaşımızın becerisini de eklersek en iyi olmasak da futbol oyununa hizmet ettiğimiz için çok mutlu bir takımızdır.

Geçen günkü maçta uzun bir süredir futbol oynamamanın verdiği çömezlik, takıma alışmamış arkadaşların ilk maç sendromu ve bizim takımımızda olması gereken panterin karşı takıma gitmiş olması nedeniyle uzun zamandır alışık olduğumuz skorun tersini gerçekleştirerek büyük bir farkla yenildik. Burada oturup maç analizi yapmayacağım. Benim analiz edeceğim şey bizim oyunumuzun felsefesi.

Biz bu takıma karşı çok zor şartlarda çok büyük farklar aldığımız zamanlarda hep şunu bilerek oynadık: “Yanımda bir arkadaşım benimle birlikte” hücumda olsun savunmada olsun hep kendimizden çok emin bir şekilde oynadık. Kalecimiz -ayıptır söylemesi- kaleyi boşaltıp her maç bir gol atmayı alışkanlık haline getirdiğinde bile biliyordu ki biz onun açığını kapatırdık. Bizim oyun anlayışımız zekamıza ve arkadaşlığımıza dayanıyordu. Çok iyi futbolcular olmasak da etrafta insanların izlediği, ısınan diğer arkadaşların izlerken zevk aldığı bir oyun anlayışı içinde olmanın güzelliğiyle oynadık. Galip geldiğimizde bu şekilde galip geldik, yenildiğimizde ise yine bu şekilde karşı takımı tebrik ettik. Ama en başta oynadığımız oyundan zevk aldık. Şimdiye kadar hiç kavga etmedik, bağrışmadık. Karşı takımda bir kendini bilmez olduğunda hep birlik olarak ona yaptığının yanlış olduğunu anlattık, hiçbir zaman ayrılmadık ve hep düşünerek oynadık. Şu anda takımımızı toparlamaya imkanı olan arkadaşlar da bu felsefeden ayrılmayacak arkadaşlardır. İşte güzel arkadaşlık, bu şekilde güzel oyuna dönüştü. 


Son maçta rakip takımın kalesini koruyan panterimiz, inanılmaz bir şekilde her pozisyonda yüksek zekasıyla oynayabilen İmpo'ya; savunmada markaj, ileride adam eksiltme görevini alıştıktan sonra harika yapıp skoru toparlayan Joyous'a; orta sahada iki yönlü oynayan bana ve uzun bir sakatlık sürecinden sonra çektiğim şutlarıma; forvette Ibrahimovic'in abartısız Türk modeli olan Hüsnü arkadaşımıza ve her yerden çıkma özelliğine sahip Arif'e inanılmaz bir dayanıklılık göstermiş ve kalesini gole kapatmıştır. Kalecilik yaparken her zaman savunduğum bir şey vardır ki “Atağın sonu kaleciye dayanırsa ve kaleci bu atağı engellerse maç skoruna etki eder.” Bu tezimi bir kez daha doğrulamış olmama neden olan güzel arkadaşım Ege(panter), aslında gereği olmamasına rağmen bunu bizim kafamıza vura vura anlatmıştır. 

Adam paylaşmada ve adam eksiltmede problem yaşayan, böylece sahanın her tarafına yayılamayan takımımız yine de yüksek kondisyon ve fizik gücüne sahip rakibin futbol oyununa hizmet etmesine izin vermemiştir. Bu da yine hepimizin güzel arkadaş olup zekamızla oynamamızla mümkün olmuştur. 

İmpo'nun harika çalımlarını yine büyük bir zevkle izlerken Hüsnü'nün defansı perişan edip bir türlü o topu içeri sokamamasını ve çektiğim her şutu tutan – ki kalecinin iyisi her topu çelen değil her topu tutandır – Ege'nin harika kurtarışlarını izlerken ben yenildiğim oyundan bile zevk aldım. Evet yenilmek kötü, bu şekilde olmamalı, ama güzel futbol buna değer. Maçtaki anılarınız sadece sizin yaptığınız güzel hareketlerse, golü yedikten sonra rakip takımı şortunun içine kadar terletip tamamını çalıma dizmişseniz; gol sadece kalenin iki direği arasında kalan kısma topu sokmadır. Bir topunuz savunmadan dönmediyse, maçtaki en güzel çalımları siz attıysanız (hatta karşı takımın o skorda bile size çalım atmasına fırsat vermediyseniz), rakip defansı bakkala kasaba ve şarküteriye göndermişseniz bana göre bu eğlencedir. Bize de yenilsek bile bu kadar eğlenmemize fırsat veren rakip takım oyuncularını tebrik etmek düşer. 


İşte bu da bizim Barcelona'nın futbolunu neden sevip neden pozisyon zengini bir futbol anlayışını savunduğumuzu açıklar. Her zaman yenilerin hoş karşılanıp verebileceklerinin en iyisini verdikleri güzel arkadaşlık, skordan önce oynadığı oyundan zevk alan güzel takım ve karşı takımı çalımlarla süsleyip atılan gollerden önce paslardan, şutlardan, çalımlardan bahsedilen bir güzel oyundu bizimkisi; Barcelona tarzında oynamaya çalışılan. Her oyunda bu kadar güzel anılar yaşamamız dileği ile."