Açık söyleyeyim, 6-0'dan bu tarafa her sene bu hayalin gerçeğe dönüşeceğini bekleyen umutlu tayfadanım. Hatta, Kadıköy'deki maçların bitiş düdüğü çaldığı anda söylediğim laf bir klasik halini aldı, aile arasında dalga unsuru bile oldu : "Seneye kesin biz yeneceğiz."
"Organize İşler" filmini izleyenler hatırlayacaktır, Süpermen Samet ile Üzeyir Abi arasında geçen şöyle bir diyalog vardı:
Süpermen Samet : "Üzeyir Abi sen neden hiç konuşmuyorsun?"
Üzeyir Abi : "Zamanında çok konuştum, bir faydasını görmedim, bıraktım."
Ben de, Üzeyir Abi'den feyiz alarak, bu tarz iddialı yaklaşımların faydasını görememiş olmanın ışığında, bu sene bu konu hakkında konuşmayı bıraktım. Üzeyir Abi'nin felsefesiyle paralel olarak, “konuşmama”nın bana faydası olabileceği gibi bir imada da bulunmuyorum. Takıntılı sayılabileceğim "uğur yapma" anlamında elime geçen bir denek olabilir sadece "Kadıköy'deki maçla alakalı konuşmamak".
Konuşmayı bırakmamın bilinçaltında yatan gerçek sebebi, sanırım hayalin “belki yarın, belki yarından da yakın” gerçekleşme niteliği taşımasından kaynaklanıyor.
Kendimizi biraz tekrar etmiş olacağız belki ama Galatasaray’ın sadece bu derbiyi değil de geleceğini de kazanmak adına sezon başından beri doğru adımlar attığını belirtmek istiyoruz. Öncelikle yıllardır başarıyı yakalamada sürekli olmayı engelleyen fiziksel güç yetersizliğinin artık söz konusu olmadığını söyleyebiliriz. Bu sezon boyunca, fizik gücümüzün yetersiz olmasından dolayı herhangi bir maçta defansif veya ofansif dezavantaj yaşamadığımızı gördük. Hafta arası idmanlarının uzun süredir tam kadro yapılmasının, takımın taktiksel bazı eksikliklerinin giderilmesinde ve bunun sonucu olarak play-off sürecine sistemi oturmuş bir takım olarak girilmesinde önemli bir etkisi olacağı düşüncesindeyim. Kadıköy’deki bir derbiye tam kadro çıkacak bir Galatasaray takımı, sanırım tüm taraftarların içinde bir ukdeydi. Kalan kısa sürede bir aksilik olmazsa bu dilek gerçekleşecek.
Simoviç, Taffarel ve Mondragon gibi kalecilerden sonra artık kalıpları çizilmiş “Galatasaray kalecisi vizyonu” kimsenin anlamadığı bir şekilde neredeyse unutulmaya yüz tutmuş bir durumdayken, Muslera kalede artık herkesin tam güvenini kazanmış bir şekilde, Tafo mentörlüğünde her geçen gün gelişimini sürdürerek herkesi büyülüyor. Derbide bir Fenerbahçe taraftarı Volkan’a ne kadar güveniyorsa, en az onun kadar takımın ve taraftarların da kendisinden emin olduğu bir kalecinin varlığı, Galatasaray camiasının kendine güvenini üst seviyede tutmasına yardımcı oluyor.
Yıllardır takıma liderlik yapabilecek, topu oyuna iyi sokacak bir savunma oyuncusunun eksikliğini çeken Galatasaray’ın bugün bir Ujfa’sı var. (Messi’ye attığı tekme için kendisini hala affetmesem de Cimbom için çok faydalı olduğu konusunda sanırım herkes hemfikir.) Top kapmayı iyi bilen, çalışkan, fizik gücü yüksek, akıllı ve tecrübeli ön libero ihtiyacını Melo tek başına fazlasıyla karşılıyor. Selçuk İnan bugün büyük bir Avrupa takımının orta sahasında rahatlıkla görev alabilecek oyun bilgisi ve soğukkanlılığına erişmiş düzeyde. Eboue “üst düzey bir takımın bek oyuncusu nasıl olur?” sorusuna cevap olabilecek tüm yeteneklerini ortaya koyuyor. Elmander taktiksel olarak eleştirilmeye herhangi bir mahal vermeyecek düzeyde, kendini takımı uğruna adamış bir şekilde, müthiş faydalı top oynuyor.
Tüm bu olumlu gelişmeler bir yana, Fatih Hoca’nın kendi içinde yaşadığı olgunlaşma beni çok sevindiriyor. Aynı Üzeyir Abi gibi, eskisi kadar ön planda olmayan, esip gürlemeyen, sadece çalışan Fatih hoca duruyor karşımızda artık. Galatasaray yenilse bile herkes bu takımın doğru oyun oynayacağı ve sağlam bir takım karakteri ortaya koyacağından çok emin. Sanırım susmamızı sağlayan da bu işte. Güven.
Üzeyir Abi, Fatih Terim, Ünal Aysal ve daha sonra biz. Doğru istikametteyiz.