23 Ekim 2013 Çarşamba

Mustafa Saymak


Hollanda ligi özetlerini izlerken gözüme çarptı. Zwolle - ADO Den Haag maçında Mustafa iki gol atıp bir asist yaptı. 1993 doğumlu oyuncu Hollanda 19 yaş altı takımında başladığı milli takım kariyerine Türkiye 20 yaş altı milli takımıyla devam ediyor. 

Bu seneki 6+0+4 ve seneye uygulanacak 5+0+3 sistemlerinde gurbetçi oyuncuların değerinin bir kat arttığını düşünürsek önümüzdeki 1-2 senenin Gökhan Töre ve Kerim Frei gibi transfer yıldızı olabilir.

İlk iki gol kendisinden, son golün de asistini yapmış : http://www.youtube.com/watch?v=sGgD5eGRnhU

22 Eylül 2013 Pazar

Tek Çare Drogba

Son yılların en heyecanlı Galatasaray - Beşiktaş maçlarından birini izleyeceğiz bu akşam. Son zamanlarda Beşiktaş'ın bu kadar iddialı olduğu, Galatasaray'ın yarışa erken havlu atmaya çok yaklaştığı bir derbi hatırlamıyorum. Beşiktaş, bugün galip gelirse Galatasaray ile puan farkını 9'a çıkarmış olacak. Bu fark uzun vadede bile kolay kapatılabilecek bir fark değil. Arada Fenerbahçe'nin de olduğunu düşünürsek Ünal Aysal yönetiminin yeni teknik heyet alternatiflerini yavaş yavaş belirleyeceği öngörülebilir.


Beşiktaş'ın topu kapmak ve hızlıca kaleye götürmek isteyen iştahlı oyun yapısı Galatasaray'ın muhtemelen Türklerden oluşacak defans hattını zor durumda bırakabilir. Bu kadar yüksek seviyede şok pres uygulayabilen bir takıma karşı, ya kısa çalım atabilen ve faul aldırabilen oyuncularının iyi günde olmasını istersin ya da uzun oynayarak ilerideki oyuncunun top indirmesini ve saklamasını beklersin. Bu noktada bugün Drogba'nın oynayıp oynayamaması Galatasaray açısından çok belirleyici olabilir. Oynamazsa Galatasaray taraftarı Engin'in, Amrabat'ın, Emre Çolak'ın çok iyi bir gününde olmaları için dua edecek.

Bir futbolsever olarak Bilic gibi potansiyelli sempatik bir teknik adamın Türkiye'de başarılı olmasını ve Oğuzhan'ı, Gökhan Töre'yi, Kerim Frei'i Türk futboluna kazandırmasını istiyorum öte yandan Galatasaray'ın şampiyonlar liginde olmaması fikri hiç hoşuma gitmiyor. Bugünkü maçın skoru çok önemli değil,muhtemelen galatasaray sürpriz yapacak, umarım uzun vadede Türk futbolunun yararına sonuçlar olur.

7 Eylül 2013 Cumartesi

Umut'suz Vaka

5-0'lık Andorra galibiyetiyle yine hayallere dalıp gittik. Basın yine Gökhan Töre ve Umut'u göklere çıkardı. "Acaba Dünya Kupası'na gidebilir miyiz? 2008 ruhu bu takımda hayat bulabilir mi?" gibi (garip) soruları sormaya başladık. Bu hayalperestliğin Salı günü sonlanacağı kanısındayım. İlk 35 dakikası tedirginlikle geçen maçta Umut'un golüyle öne geçtik, rahatladık ve zayıf rakip karşısında yetenekli oyuncularımızın kıpırdamasıyla net bir galibiyet aldık. Tabii bu galibiyet moral ve özgüven açısından takıma iyi gelecektir. Öte yandan eksiklerimizin de üstünü örteceğini düşünüyorum.

Öncelikle Umut - Burak ikilisinin toplamda 4 gol atmalarına rağmen birbirini tamamlayan, iyi bir ikili olmadığını geçen sene Drogba gelene kadar ki süreçte (Elmander de sakat ya da formsuz olduğundan) çok iyi anladık. Andorra gibi zayıf bir rakibe karşı bile 35 dakikalık kötü oyunumuzun ana sebeplerinden biri bu ikili. İstasyon olma, top tutma, asist yapma, top sürme ve hatta top kontrol etme konularında zayıf kaldıkları için takımın pozisyona girme ihtimalini düşürüyorlar. Romanya maçında daha konsantrasyonu yüksek ve tecrübeli stoperler karşısında Andorra maçının rahatlığını bulamayacağız. Çok kolay top kaybı yapan Caner, Nuri, Umut, Burak ve Gökhan Töre bir yana;  defansın arkasına çok iyi koşular yapan Rumen oyuncularına çare bulmakta zorlanacağımızı düşünüyorum.


Dünkü onbir ve genel kadro seçimi Fatih Terim'in aslında Abdullah Avcı döneminden hiçbir şeyi değiştirmediğini, sadece oyuncuların konsantrasyonunu bir kademe yukarı taşıdığını gözlemlememizi sağladı. Ben hocadan Necati hamlesini bekliyordum. Hem top tutabilecek hem asist yapabilecek oyuncu eksiğimizi bu yolla kapatabilirdi. Arda, Gökhan Gönül, Burak, Selçuk dörtlüsünün bir turnuva daha kaçırmaları dünya futbolu adına çok yazık olacak ama Salı gecesi bu rüyadan uyanacağımızı düşünüyorum. 

23 Haziran 2013 Pazar

Diren Yıldırım Demirören

Yabancı oyuncu sayısı Türk futbolunun gündemine tekrardan sert bir giriş yaptı. Galatasaray'ın devre arasında yaptığı müthiş fırsat transferleri ve devamında gelen Avrupa'daki başarılar, Galatasaray yönetiminin tavrını sınırsız yabancı oyuncudan yana koymasına neden oldu. Ben dahil Galatasaraylı taraftarlar itiraf etmeliler ki 7-8 sene önce Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin benzer isteği Galatasaray ve Anadolu kulüplerinin yoğun muhalefeti yüzünden reddedilmişti. Şimdi benzer bir tepkiyi Fenerbahçeli yöneticiler gösteriyor. O zamanlar Hakan Şükür, Ümit Karan, Necati Ateş, Ergün Penbe, Hasan Şaş, Ayhan Akman'lı  kadro Galatasaray'ın elini güçlendiriyordu. Şimdi ise Emre Belözoğlu, Gökhan Gönül, Volkan Demirel, Salih Uçan ve Alper Potuk'lu kadro Fenerbahçe'nin elini güçlendiriyor. 



Galatasaraylı yönetici Sedat Doğan bu konuda yıllardır görmezden geldiğimiz bir gerçeği ortaya attı: AB pasaportlu oyuncuların Avrupa Birliği ülkelerinde yabancı statüsünde sayılmaması. Galatasaray yöneticileri benzer bir statünün Türkiye'de uygulanabilirliği ile ilgili federasyonla görüşmeler yaptılar ve bu dosya şu anda Yıldırım Demirören'in masasında. Ne kadar ötelersek öteleyelim bu karar orta vadede geçerlilik kazanacaktır. Ancak bu durumda sorulacak bir kritik soru var: Eğer federasyon AB pasaportlu oyuncunun yerli sayılması kararını şimdiden yürürlüğe sokarsa Türk futbolcular bir mağduriyet ile karşı karşıya kalırlar mı?

Ya da daha açık şekilde sorarsak:

"Türk oyuncular da AB ülkelerinde yabancı sınırlamasına takılmadan forma giyiyorlar mı veya giyebilecekler mi?"

Benim bildiğim kadarıyla İspanya'da oyuncularımız AB pasaportlu oyuncular statüsündeler, Almanya'da ise yabancı sınırı yok. Ama İngiltere, Fransa, İtalya, Portekiz, Hollanda, Belçika'da Türk oyuncular Brezilyalı, Arjantinli, Japon oyuncular statüsündeler. Şayet federasyon diğer AB ülkeleri ile herhangi bir anlaşma yapamadan, AB pasaportlu oyuncuları yerli statüsünde saymaya başlarsa bütün AB pasaportlular ligimizin oyuncu havuzuna dahil olabilecekler. Buna karşılık Türk futbolcular Türkiye, Almanya ve İspanya dışında herhangi bir oyuncu havuzuna dahil olamayacaklar. Galatasaraylı taraftarlar, yöneticilerimizden gelen son açıklamalar sebebiyle ne kadar umutlansalar da Türkiye Futbol Federasyonu Türk futbolcuları koruma altından çıkaracak bir karara imza atmayacaktır ve atmamalıdır.



Ancak oyuncularımızın yurt dışına transferini kolaylaştırmak ve uçuk Türkiye transfer borsasının balonunu indirmek için bir kaç adım atılabilir. Mesela İspanyol ve Alman oyuncuları yerli statüsünde sayabiliriz. Bu sayede hem bu ülkelere olan transfer ticareti bağlarımızı kuvvetlendirebilir hem de uluslararası seviyede oyuncularımızın kalitesini çok daha çabuk test edebiliriz ve milli takımın şu an yaşadığı bunalımlı dönemi daha kısa sürede atlatabiliriz.

Fenerbahçeli yöneticiler ne kadar itiraz etse de kendi takımlarının da 6+0+4'ten çok ciddi biçimde etkileneceklerini görmeliler. Geçen sene üst düzey mücadelelerde Hasan Ali'nin, Egemen'in, Bekir'in, Caner'in, Mehmet Topuz'un, Mehmet Topal'ın, Selçuk Şahin'in çok pahalıya mal olan hatalar yapabildiğini gördük.

Diğer pencereden baktığımızda; geçen sene Türk futbol tarihinin kulüpler bazında en başarılı senesini geride bıraktık. (Bunu söylerken kendi ligimizdeki mücadeleyi tamamen göz ardı ediyoruz) Bir takımımız Şampiyonlar Liginde çeyrek final, diğer takımımız Avrupa Ligi'nde yarı final aşamalarına geldiler. Galatasaray'ın da, Fenerbahçe'nin de kadro yapılarına, oyun içi stratejilerine baktığımızda iki takımda en az 8 yabancısını Avrupa maçlarında aktif kullandı. Yedek gözüyle baktığımız yabancıların katkılarının azımsanamayacak ölçüde olduğunu görebiliriz. Bu doğrultuda düzenlemeleri daha kademeli şekle getirmek daha mantıklı görünüyor.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Sign Him Up!

Cheslea'nin yedek kalecisi Ross Turnbull'un küçük oğlundan mükemmel bir enstantane.

21 Mayıs 2013 Salı

Biz Kazanacağız


Radikal gazetesi yazarları Banu K. Yelkovan ve Bağış Erten'in kaleme aldığı bu yazının altına blog ekibi olarak imzamızı atıyoruz. Siz de bize katılın! 

Futbol eşittir şiddet ve o da eşittir holiganizm denklemine;
Bu denklemin olağan kabul edilmesine;
Çocukların, kadınların, yaşlıların, didişmek için değil, keyif için gelenlerin futboldan uzaklaşmaya başlamasına;
Sadece kendilerinin haklı olduğunu düşünenlere, empati yoksunlarına;
Gördüğüm doğruları söylerken bile bir tarafın düşmanı ilan edilmeye;
Her söylenen söze, her eleştiriye geçmişten bir karşılık bulunmasına, her şeyin bir ‘hesaptan düşme’ gibi gösterilmesine;
Yasalara aykırı eylemleri kendi kulübü yapınca susanlara, hatta destek verenlere;
Önceliği gazetecilik mesleği değil tuttuğu takım olan meslektaşlarıma;
‘Bunu neden şu zaman yapmadınız da şimdi yapıyorsunuz’ diye satır aralarında art niyet arayanlara, satır aralarına art niyet saklayanlara;
Sahaya yabancı madde atanların değil buna hedef olanların tahrikinden bahsedilmesine;
Aleyhlerine yapıldığını düşündükleri her hakem hatasını görünmez düşmanlara bağlayanlara, Bir aile ortamından uzak, herkesin birbirini arkadan hançerlemeye çalıştığı halihazırdaki durumda hâlâ bir ‘futbol ailesinden’ bahsedenlere;
Aynı gemide olduğumuzu iddia ederek yaptıklarına bizi de ortak etmeye çalışanlara; Birbirlerinin adını bile anamaz hale gelmiş yöneticilere;
Futbolu bahane ederek kurulan ve hiçbir zaman içeriğini bilemeyeceğimiz ve bilmek de istemediğimiz karanlık ilişkilere;
Türkiye ’de verilen her cezaya deklarasyonla yanıt verip yurtdışından benzer yaptırımlar geldiğinde kuzu kuzu kabullenenlere;
Uluslararası alanda yapılan rezilliklere karşı duranları vatan haini ilan edenlere;
Hakemlere, gözlemcilere saldırmayı, küfür etmeyi demokratik hak sayanlara;
Türk futbolunun olumlu ve olumsuz önyargıların cenneti olmasına;
Kendi kulüplerine ceza verilmesini hep yanlı tutum olarak görenlere;
Hukukun değil renklerin ağır basmasına;
Maç devam ederken kural değiştirilmesine;
Masa başında maç bağlamaya çalışanlara;
Sadece kendi emeğine saygı gösterilmesini isteyenlere;
Başkasına sıkılan biber gazını haklı kendisine sıkılanları haksız görenlere;
Her bahaneyle herkese biber gazı sıkanlara;
Irkçılığı, ayrımcılığı, nefret suçlarını futbol sahalarına sokanlara, onu mazur gösterenlere;
Düzelsin diye yasa çıkarıp onu uygulamayana, uyguladığında da keyfine ve kendi siyasetine göre uygulayana;
Futbolun bir hukuksuzluk cenneti olmasına ve giderek mutsuzluk yaratan bir oyun haline gelmesine; Yeter diyorum!
Siz söylemeden ben söyleyeyim: Bu taraflı bir yazıdır! Ben utanma duygusunun, medeniyetin, adaletin, vicdanın tarafında olduğumu buradan haykırıyorum... Benimle aynı tarafta olanları ayağa kalkmaya ve haykırmaya davet ediyorum. Benimle aynı tarafta olanlarla birlikte eyleme geçiyoruz. Bu şiddet bitene kadar eylemlerimiz artarak devam edecektir. Futbol yeniden hayatımızdaki bir keyif olana kadar, durmadan, susmadan, sert adımlarla yürüyeceğiz. Siz de tarafınızı seçin. Medeniyetin, adaletin ve vicdanın tarafında olun. Biz daha kalabalığız. Ve bu tek ihtimalli bir maç. Hiç kuşkunuz olmasın... Biz kazanacağız!





5 Nisan 2013 Cuma

Süper Kahraman


Çocukların süper kahramanları olur ya, biz futbolseverlerin de yıldız oyuncuları vardır. Bilirsiniz süper kahramanlar öyle her zaman ortaya çıkmaz, sadece çok ihtiyaç duyulduğunda teşrif ederler. Ne yazık ki futbolun yıldızları da aynı onlar gibi arada sırada marifetlerini gösterip beklentimizi yükseltir sonra da hayal kırıklığı yaşatırlar. Lakin bazı istisnai adamlar vardır ki onlar süper kahraman falan değil, her zaman destek veren, sahada takımla görmek istediğimiz, orada bulunmadığı zaman eksikliğini hissettiğimiz bir ağabey gibidirler. Yaşça büyük oldukları için değil, her daim güvenebileceğiniz için ağabeydir onlar. Lise yıllarımdan beri Premier ligi takip ederim. 2003 senesinde Arsenal'in altın sezonuna ve devamına denk geldim. O harika işleyen takımın bile, diğerlerinin üstünde parlayan bir hücumcusu vardı. Thierry Henry. Hani bir şeyi çözmek için saatlerce uğraşırsınız, bir türlü olmaz, sonra ağabeyiniz gelir, tereyağından kıl çeker gibi halleder hemen. Ve ona minnettar olmanızı, teşekkür etmenizi beklemez. Henry de öyledir işte, dünyanın en güzel golünü atsa o hafif tempolu koşusunu yapmaya devam eder. Çünkü o bir süper kahraman değil, ağabeydir, o her şeyi en klas şekilde halleder. Nasıl çocukların odalarını sevdikleri süper kahramanların oyuncakları süslüyorsa, benim de masamda Londra'dan güç bela getirttiğim Thierry Henry figürü durur.

Hani lüks bir arabaya binersiniz, göz ucuyla ibreye bakıp ne kadar hızlı ilerlediğinizi fark edene kadar yavaş yavaş gittiğinizi sanarsınız ya, Henry'i izlemekte benzer şekilde komforludur. Üstüne her zaman bol gelen bir veya iki beden büyük forması arkasında dalgalanmasa, attığı her adımda peşinden koşturanlarla arası açılmasa, sahilde pazar yürüyüşü yapıyor sanarsınız. Hani çocuklar sokakta top oynarken mahallenin ağabeyi gelir, 'teknik vuracağım' deyip çok şık bir gol atar ve arkasını dönüp gider ya, aynı karizmayı Premier lig'de gösterebilen yegâne adamdır.

Henry'nin akıl almaz hızlanışı, topu hızla sürerken ki şık görüntüsü, uzun boyu ve atletik yapısına rağmen bir o kadar yetenekli olması, nasıl yapıyorsa her seferinde ofsayttan kurtulması, sahanın her yerinde bulunabilmesi, oyun sıkıştığında arkadaşlarını rahatlatacak en uygun yeri yaratması, bir keskin nişancı gibi topu baktığı noktaya gönderebilmesi, soldan ceza sahasına hızla girerken yumuşacık bilek hareketiyle topu uzak direğe yuvarladığında her seferinde doğru yere gitmesi, olur ya basit bir golü kaçırırsa kendiyle dalga geçer gibi kocaman gülümsemesi... ve bunların hepsini mütevazi bir şekilde “arkadaşlar abartılacak bir şey yok” tavrıyla yapması hayranlığımızın sebeplerinden bazıları işte. Bir de hiçbir zaman yerinin doldurulamayacak olması var ya, işte onun burukluğunu yaşıyoruz hep.

Neyse ki Henry bizi sık sık ziyaret ediyor. EPL'ye kısa süreli dönüşü öncesinde Henry'nin form durumunu soran muhabire Arsene Wenger şöyle cevap vermiştir: 'Evet uzun süre forma giymemek futbolcuları negatif etkiler ancak bazı istisnai futbolcular vardır ki, onların sahaya çıkması için hazır olması gerekliliği vs. söz konusu değildir.'


Son olarak geçen seneki efsanevi Leeds maçından bahsedeceğim. Henry'nin 3 sene aradan sonra kısa bir ziyaret için Arsenal'e gelişi, oyuna girdikten beş dakika sonra o her zamanki kadife dokunuşuyla uzak direğe gönderdiği plase ve topun ağlarla buluştuğu o an, takımını öne geçirmek bir yana, bunu hep alıştığımız şekilde yapmasının yaşattığı nostalji, gözünde yaşla göğsüne vura vura tribünleri tavaf etmesi, Wenger'in sarılıp kafasını okşaması, gözümde yaşlarla hem orada olamadığım için hayıflanan hem de bu destansı sahnelere şahit olduğum için şükreden ben.

11 Mart 2013 Pazartesi

Alman Futbolu ve Schalke Maçına Bakış

Ünlü İngiliz futbolcu Lineker’in futbol hakkındaki “futbol 20 kişinin topu peşinden koştuğu ve sonunda Almanların kazandığı oyundur” olarak bilinen tespitinin geçerliliğini yitirmeye yüz tuttuğu bir dönemi, Alman futbolu yakın tarihte yaşadı. Ancak şu an Almanya’nın en üst düzey ligi olan Bundesliga’da oynanan futbolun geldiği noktada, Almanya’nın bu övgü dolu cümlenin geçerliliğini tam olarak yitirmemesi için tam zamanında, ne denli doğru hamleleri yaptığını görebiliyoruz.

Son iki sezon, Borussia Dortmund Jurgen Klopp (46) önderliğinde, yaş ortalaması 24.25 ve 24.5 olan takımlarla Bayern Munih gibi ekonomik ve marka değeri dünya çapında olan bir takım önünde iki şampiyonluk elde etti. Üstelik bu süreçte Bayern Munih kendi sahasında Dortmund’a iki kez yenildi. Futbolseverlerin, Dortmund’un oynadığı futbolun dünya üzerindeki değerini anlaması asıl bu sezon gerçekleşti. Şampiyonlar liginde “ölüm grubu” diye adlandırılan Real Madrid, M.City, Ajax, Dortmund grubuna son torbadan katılmalarına rağmen, grubu yenilgisiz ve lider bitirmeyi başardılar. İspanya ve İngiltere şampiyonlarını oynadıkları her iki maçta da acz içinde bıraktılar.

Geçen sene ligde Dortmund’un arkasında kalan Bundesliga’nın diğer bir temsilcisi Bayern Münih, Avrupa futbolunun bir numaralı organizasyonunun finalinde, 90 dakika boyunca İngiliz temsilcisi Chelsea’yi futbol anlamında ezmesine rağmen, kupayı futbol talihsizliğiyle kaybetmişti.(Drogba son dakikada maçı çeviren golü atmıştı.) Son üç devler ligi finalinin ikisinde boy gösteren Bayern bu sene de Arsenal’i Emirates’te 3-1 mağlup ederken kupanın en büyük adaylarından biri olduğunu gösterdi. 25 hafta sonunda Bundesliga’da yedikleri gol sayısı henüz sadece 10. Bayern de yaş ortalaması 25.5 olan bir ekiple bu başarıları yakalamaya başladı. Yine devler liginde Schalke 04, Arsenal ve Fransa şampiyonu Montpellier’in olduğu gruptan yenilgi almadan, lider olarak tur atlamayı başardı. Son 16 ilk maçında, topa sahip olma istatistiğinde 32 takım arasında 4. olarak karşılarına gelen Türkiye ligi şampiyonu Galatasaray’a oyun olarak ve topa sahip olmada ezici üstünlük kurarak, ateşli Türk taraftarların kendilerini baskı altına almasına izin vermediler.

Almanya, futbolun ekonomik piyasa hacminin, büyük meblağlar içeren transferlerle her sezon orantısızca büyümesine, benzer yoldan giderek cevap vermeye gayet müsait ekonomik durumda bir ülke olmasına rağmen, bu yolun doğru ve geleceği olumlu olan bir yol olmadığını erken farketti. FIFA’nın finansal fair play uygulamasının tam olarak uygulamaya geçmesi için kulüplere karşı sıkı bir duruş sergilediler. Bundesliga yetkilileri, kulüplerin hesaplarını sıkı gözetim altına alarak, kurallara uymayanlar için transfer yasağı ve alt lige düşürme gibi yaptırımlar getirerek, kulüplerin ciddiyetsizce transfere büyük paralar harcamalarına engel oldular.

2006 Dünya Kupası organizasyonu için 1.4 milyar $ para harcanarak, ülkenin dört bir yanında yüksek kapasiteli ve son teknoloji stadyumlar inşa edildi ve var olan stadyumlar geliştirildi. Organizasyonlar, kombine ve maç günü bilet satışlarından kulüpler büyük kazançlar elde etmeye başladılar. Önemli futbol ülkelerinin çoğundan farklı olarak, devletin ekonomik yapısının coğrafi olarak merkez odaklı olmaması, bütün eyaletlerin benzer ekonomik yapıya sahip olması, ülkedeki tüm kulüplerin büyük firmalarla ticari ortaklık ve sponsorluk geliştirmesine yardımcı oldu.


Ülkedeki futbol ekonomisinin gelişen rekabetçi ortamından yayın gelirleri de etkilendi. Kulüpler yayın gelirlerinin önceki senelere göre önemli artışlarından bile yeterince tatmin olmadılar. Yayın gelirleri ihalesi yakın zamanda birkaç kez yenilenmek durumunda kaldı. Kazandıkları paraları kontrollü olarak harcamaya mecbur olan kulüpler parayı transfer pazarına değil gençlik akademilerine aktardılar. Tesis eksikliklerini gidererek, gençlik akademileri sistemlerini sıfırdan kurdular.

Bugün Dortmund’un Götze, Reus, İlkay, Bender, Schmelzer, Hummels, Schalke'nin Höwedes, Matip, Kolasinac, Höger, Jones, Draxler, Bayern’in Badstuber, Boateng, Toni Kroos, Müller vb. belki de adı daha yeni yeni bilinmeye ve popülerleşmeye başlayan futbolcularının  hepsinin, gençlik akademisi projelerinin birer üretimi olduğu görülüyor ve bu oyuncular Alman milli takımının iskeletini oluşturuyor. Pahalı transferler yapılarak kalitelileştirilmeye çalışılan diğer liglerdeki büyük takımlara karşı elde edilen üstünlüğün nedeni; temel futbol eğitimini doğru almış ve maksimum anatomik gelişmesini tamamlamış olan oyunculara, bir sistem içerisinde beraber ve hızlı oynama alışkanlığının daha kolay kazandırılması ve oyuncuların bu sistem doğrultusunda kendilerini daha çabuk geliştirebilmesi olarak açıklanabilir.

Kulüpler sadece kendilerine gerçekten sınıf atlatacak yetenekte oyuncuyu bulurlarsa transfer pazarına yöneliyorlar. Özellikle bek, stoper, kaleci, defansif ortasaha gibi yetenekten ziyade oyun bilgisi ve fiziksel özelliklerin önemli olduğu pozisyonlar için kendi yetiştirdikleri futbolcuları kullanmaya çalışıyorlar.


Cumartesi günü Alman futbolunun geldiği noktayı göz önüne koyan harika bir Bundesliga karşılaşması oynandı. Ruhr derbisinde, Schalke 04, Borussia Dortmund’u 2-1 mağlup etti. Maçın başından sonuna dek, ancak müthiş fiziksel kapasitedeki iki takım birbirine karşılık verirse oluşabilecek çok yüksek bir tempo vardı. Pozisyon bilgisinin artık ezbere olarak doğru oynandığı bu seviyelerde, rakip takımı hataya zorlamak için tempolu oyunun gerekliliği ve hızın önemi bir kez daha kanıtlandı. İki takım da oyunu kontrol etmek isterken, hızlı oynamak için zaman zaman pas kalitesine, pas sayısından daha çok önem verdiler ve oyuncular pas verirken risk aldılar. Doğal olarak, pozisyonlar ve güzel organizasyonların yaşandığı bir maç oldu. Öte yandan kaptırılan topların, rakip kalede tehlikeye dönüşmesine yönelik özellikle Dortmund’un üç senedir beraber oynamanın verdiği güvenle, yaptığı ezbere setler “hızlı hücum nasıl yapılır?” dersi niteliğindeydi. İki takım da pas zamanlamasını ayarlamak konusunda üstün meziyetleri olan oyunculara (Götze, Piszcek, İlkay, Draxler, Höger, Farfan) sahipti ve geç veya erken verilecek pasın pozisyonları heba ettiğine çok az tanık olduk. Bence futbol takımlarında olması gereken en önemli meziyetlerden birisi doğru pas zamanlaması. Götze özellikle teknik ve taktik anlamda dünya futbolunun daha önce benzeriyle karşılaşmadığı farklı yetenekte bir oyuncu ve genç yaşına rağmen bireysel taktik bilgisi çok üst seviyede, maçta farklılık yarattı.

Schalke 04’ün en önemli hücum özelliği, kanat organizasyonlarını forvet, iç ortasahalar, bek ve önündeki kanat oyuncusuyla hep beraber yapmaya çalışması ve organizasyonu gerçekleştirene kadar o kanatta sabırla pas yapmaları. Örneğin, sağ kanatta gerideki dengeyi Uchida(bek) veya Höger(iç ortasaha) sağlıyor, koşuyu Uchida veya Farfan yapıyor, yine Farfan ya da Draxler bindiren oyuncuya göre duvar olabiliyor. Ortasahayı oyununun yönünü değiştirerek geçebilme özellikleri de var, özellikle soldan sağa atılan toplarda Farfan topla buluştuğunda, Uchida o sırada büyük ihtimalle bindiriyor ve aynı anda Draxler veya iç ortasaha oyuncuları ceza sahası önünde topla buluşmaya hazır bekliyorlar, stoperlerin arasına koşup oyunu sıkıştırmıyorlar.

Dortmund’un en büyük hücum özelliği ise savunmanın dengesini bozacak bek-stoper arası, kanatlara bek arkası koşuları, hemen hemen tüm hücum oyuncularının yeltenmesi ve bu yeltenen oyuncuyu takımın hızlı bir şekilde değerlendirmesi olarak görülüyor. Ceza sahasının içine, çizgilerine yerden ayağa oyunlarla organizasyon yapmayı düşünüyorlar. Bu tip hareketler, Schalke savunmasının dengesini bozdu ve pozisyonlar yakaladılar.

Salı günkü maçta Galatasaray, gerçekten sistemini oturtmuş Schalke karşısına öncelikle mücadele olarak tüm oyuncularıyla karşılık vermelidir. İlk maçta Schalke, eksik mücadele eden her oyuncu için ekstra bir oyuncuyu oyuna soktu ve topu ekstra adamına oynayarak hem sarı kırmızılı futbolcuların hem de tribünlerin basısını kırdı. Galatasaray’ı önde karşılayarak, pas oyunun olgunlaşmasına izin vermedi. Schalke yine aynı şeyi denemek isteyecektir  ama bu sefer Eboue gibi topla oyuna daha güvenli çıkılabilecek bir oyuncuyla karşılaşacaklar. Hamit Gençlerbirliği maçında bir iç ortasahaymış gibi oynadı ve Eboue kanat gibi kaldı, bu pas oyununda önemli bir taktiksel aşama yaratacaktır, üstelik maç iyi bir zeminde oynanacak. Galatasaray Beşiktaş’a karşı havadan kısa kısa Elmander’e oynayarak, Beşiktaş’ın baskısını kırdığı gibi, Schalke'nin ön alan baskısını kırmak için Drogba’yı kullanmak isteyebilir.


Eğer hücumdan başlayarak bütün olarak direnç göstebilirsek, Melo’nun ve Hamit’in ekstra kaliteli oyun oynayabileceklerini düşünüyorum, çünkü geçen maçta defansta ekstra yoruldular ve iyi hücum yapacak güç kalmadı. Selçuk zaten uzun bir süredir çok kaliteli oyun oynamaya çalışıyor. Uchida’nın hücum aksiyonlarına mani olması açısından, Amrabat’ı oynatmayı düşünmek iyi olabilirdi. Amrabat Manu maçında Rafael’i çıkarmadığı gibi Uchida’yı da engelleyebilirdi ama hoca Sneijder ve Drogba'nın ilk maça göre daha güçlendiğini düşünüyor ve mutlaka pres katkısını onlardan bu maç için olabildiği kadar isteyecektir. Drogba'dan özellikle set oyunlarında Uchida'yı karşılamasını isteyebilir, çünkü Sneijder ve Burak'ın kanatta katkılarının sınırlı kaldığını gördük. Diğer bir yönden Eboue'nin Bastos'a yetebileceğini düşünüp, Farfan forvet oynamazsa Hamit'i sol kanatta Farfan'ı karşılamak için görevlendirebilir hoca. Galatasaray’ın, ilk maçta fiziksel olarak hazır olmayan Sneijder ve Drogba'lı kadro seçimi ve kötü zemin yüzünden gösteremediği kalitesini göstermesini bekliyorum.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Sorunlar ve Sneijder Transferinin Önemi

Galatasaray, Sneijder transferiyle hem psikolojik hem de taktiksel anlamda doğru bir tercih yaptı. Ünal Aysal yönetimi, bu zamana kadar doğru işler yapmanın henüz ilk meyvelerini yiyiyor. Sneijder (hatta Burak, hatta Hamit) transferindeki fırsatçılığı bu açıdan görmek gerekir.

İki senedir Galatasaray’ın - yanlış yapmamaya özen göstererek - kadroyu kalite olarak yukarı taşıma yönünde bir çabası olduğu görülüyor. Karakterleri iyi olan oyuncuların bir arada olması, takımdaki beraber hareket etme duygusunu zaten canlı kılacaktır. Ancak, bireysel olarak yetenekli oyuncuları barındıran bir futbol takımının, bu yetenekleri aktifleştirmesi çok önemli iki faktöre bağlıdır: top rakipteyken iyi savunma yapmak ve top kendi takımındayken yüksek düzeyde sorumluluk almak ve bu sorumluluğu takım içinde paylaşmak.

Galatasaraylı futbolcular Şampiyonlar Ligi başladıktan sonra, fiziksel düşüşler ve konsantrasyon bölünmeleri yaşadıkları için, takım ligdeki çoğu maçta iyi savunma yapamadı. Takımın saha içi sorumluluk alma düzeyi en yüksek seviyede olan iki önemli Türk oyuncusu (Hamit & Selçuk) birlikteliğinin, bu sezon sadece, önemli maçlarda ortaya çıkışına şahit olduk. Çünkü fiziksel ve mental olarak hazır olmadığınız maçlarda, bu sorumluluğu hem almak istemezsiniz hem de almak isteseniz de vücudunuz buna müsaade etmez. Forvet oyuncuları yine aynı şekilde - biraz da alışkın oldukları öğretileri sebebiyle - oyun içinde sorumluluk almaktan çekindiler ve çoğu zaman takıma bu anlamda yardımcı olmaktan geri durdular.


Şampiyonlar Ligi gibi önemli bir arenada başarı elde etmek isterken, aynı anda ligde konsantrasyon seviyesi daha düşük olan maçlar yaşayan bir takımın, her iki kulvarda da ayrı birer başarı hikayesi ortaya koyması kolay değildir. Özellikle de üst seviyenin bir alt seviyesi futbol takımlarının güç seviyelerinin birbirlerine yaklaştığı ligimizde, konsantrasyon olarak eksiklik yaşadığınız maçtaki puan kaybı son derece olağandır. Çift taraflı başarının sağlanabilmesi için ya oyun düzeninin makine gibi işliyor olması gerekir ya da teknik direktörün, zorlayıcı maçtan çıkmış önemli bir mevkide oynayan oyuncuyu dinlendirirken, yerine oynattığı oyuncudan dolayı gözünün arkada kalmaması gerekir.

Kadronun yeni kurulduğunu ve gelişmekte olduğunu düşünürsek, makine gibi işleyen bir sistemin hemen olamayacağı açık. Kadrosu ne kadar geniş olsa da Fatih Terim’in Riera, Semih, Eboue, Melo, Selçuk ve Burak’tan herhangi birini oynatmadığı zaman da gözünün arkada kalacağını hepimiz biliyoruz. Ayrıca hoca, sezonun ilk yarısında, takıma yeni ve geç katılmış güvendiği oyuncuları bir arada oynatıp, takıma kazandırmak da istedi ve bu yüzden önemli rotasyonlar yapamadı. Melo, Hamit ve Eboue’nin düşük performanslarını, onları oynatarak yukarıya çekmeyi tasarladı. Bu sebeplerden dolayı ligin ilk yarısında fiziksel ve psikolojik bazı düşüşler yaşandı ve puan kayıpları geldi.

Takım savunmasına dair sorunların bir transfer ve rotasyon imkanı sağlanmasıyla bu devre için halledileceğini düşünüyorum. Çünkü Şampiyonlar Ligi üst tur maçları, grup maçlarındaki gibi yoğun bir periyotta oynanmayacak. Yine de yeni sezon için sağ ve sol bek pozisyonları başta olmak üzere özellikle Türk oyuncu transferine bugünden itibaren ağırlık verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Sabri, Gökhan Zan ve Hakan Balta şu anki seviyelerinden daha üste çıkacak ve sıkı alternatif olacak zamanı çoktan geçtiler.


Sneijder’in transferinin - kimsenin gözüne belki sezon sonunda bile çarpmayacak - kritik önemi, saha içi sorumluluk alma paylaşımının ve düzeyinin artmasını sağlayacak olmasıdır. Wesley, sorumluluk aldığı için Hollanda, Ajax, Inter ve Real Madrid için çok önemli bir futbolcu oldu. Kariyeri ve kişiliğinden dolayı bu sorumluluğun paylaşımında takıma liderlik edeceğini görebiliyorum. Liderlikten kastım şu: takımın Melo, Selçuk ve Hamit’ten beklentisinin bu oyuncularda yarattığı baskıyı, Wesley kendi üzerine aldığı vakit, hem bunu rahatlıkla taşıyacaktır hem de bu oyuncuların rahatlamasını sağlayacaktır. Böylece takımda fiziksel ve mental yıpranmalar her oyuncu için paylaşılacak ve hatta Fatih Hoca zaman zaman Sneijder’den aldığı güçle, önemli bazı oyuncularını rotasyona sokabilecektir. Zaten felsefesi belli ama dizilişte farklı alternatifinin olabileceği kadro yapısıyla çalışmaktan zevk aldığını ilk döneminden biliyoruz.

Takımın taktiksel problemlerine fazla değinmedim, açıkçası bu eksiklerin fazlasını Fatih Hoca’nın görebildiğine eminim. Takımın oturmasının çok çalışmalarına bağlı olduğunu her fırsatta dile getiriyor hoca, bu açıklama benim için yeterlidir. Wesley’in takıma verdiği katkısının yanı sıra, “güzel futbol” anlamında verecekleri olduğunu biliyorum ve ülke olarak futbol ufkumuzu geliştirmesini diliyorum.

15 Ocak 2013 Salı

Sneijder Nasıl Telaffuz Edilir?

Quaresma'nın isminde J harfi bulunduğunu Türk futbol kamuoyuna inandıran televizyon bilirkişileri Galatasaray'a transferi muhtemel olan Wesley Sneijder ismine de Ş harfini uygun gördüler.

Hani Alman orta saha oyuncusu Bernd Schneider'den kalma bir kulak dolgunluğundan mı kaynaklanıyor acaba diyeceğim ama o adam futbolu bırakalı yıllar oldu, adını hiç duymayacak yaştakiler bile şınayder aşağı şınayder yukarı yapıyorlar yorumlarını.

Türk futbolunun onlarca yamukluğu arasında bu mu sana dert oldu diye sorulacak olursa, sebebini bilmediğim bir şekilde rahatsız oluyorum bu ufak telaffuz hatalarından. Yani belki de bir türlü anlayamadığım için kulağımı fena halde tırmalıyor. S ve N harflerini birleştirip nasıl Ş okunabilir ki? Yabancı dil öğrenmeye fırsat bulamamış insanlara bir şey diyemem ama sen üniversite bitir, İngilizce'yi Fransızcayı aksanlı konuacağım diye çabala, sonra S,n,e,j harflerini yanyana görünce ağzından Ş harfi çıksın! Vallahi anlamıyorum? Yani küçük bir çocuk veya bakkal abiden duyunca rahatsız olmuyorum da, Avrupa'da şehir şehir gezen maç spikeri "kuarejjjma" diye bağırınca ayarlarım bozuluyor.

Şu videoyu izleyin de, hani belki kulak dolgunluğu falan, üç beş kişi kazanırız!


12 Ocak 2013 Cumartesi

Belhanda ve Biraz Fenerbahçe

Belhanda'nın Fenerbahçe'ye gelmesi söz konusu olunca bizi oldukça heyecanlandıran bu transfer hakkında Impo bir şeyler karalamış. Bir hafta oldu, geldi gelecek, açıklandı derken daha fazla bekletmeye gerek görmedik. Zira bir Galatasaray'lı olarak Sneijder için ne kadar heyecanlanıyorsam, Belhanda gibi kariyerinin başında bir yeteneğin Türkiye'ye gelmesi konusunda o kadar hevesliyim. 

Youtube'daki onlarca video arasından seçip seçip izlenebiliyor ama  hani özet isteyen olursa görüntü kalitesi düşük de olsa şu videoyu öneririz:



İnşallah daha fazla uzamadan transfer gerçekleşir de, biz de Tv'den izlemek yerine Belhanda'yı Kadıköy'de izleme şansına sahip oluruz.

Şimdi Impo'nun bu transfere Fenerbahçe açısından yaptığı yorumlara gelelim:

Belhanda fizik gücü, adam eksiltme kabiliyeti ve öldürücü paslarıyla ligimize renk katacak bir oyuncu. Her şey bir yana, Sarı Lacivertlilerin evinde puan kaybetme ihtimalini azaltır. Fakat Fenerbahçe'nin senelerdir çözemediği iki sorunu var:

1- Deplasman sorunu. Deplasman da oyuna konsantre olmakta aşırı zorlanıyorlar. Takım resmen ayakta uyuyor. Skora, maçın gidişine isyan eden 2 tane oyuncuları var; Gökhan Gönül ve Kuyt. Onlar da çoğu zaman takımı canlandırmaya yetmiyor.

2- Tempo sorunu. Mehmet Topal, Caner, Cristian, Yobo ve Bekir oyunu inanılmaz yavaşlatan adamlar. Topu diğer ayaklarına alana kadar takıma zaman kaybettiriyorlar. Bu da topun hızlı dönememesine ve daha pozisyon bulamadan maçın sonuna gelinmesine sebep oluyor.

Peki Belhanda yetenekleri ile bu sorunları çözebilecek bir oyuncu mu? Bence değil. Belki "bir Alex"ten bile daha fazlası olabilir ama tek başına işi zor. Fenerbahçe'nin Belhanda gibi çok yetenekli ama sert olmayan bir oyuncu yerine Kuyt gibi en az iki oyuncuya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Stopere oyun kurabilen ve Baroni'nin yerine skora etki edebilecek, gidişata isyan edecek iki oyuncu alındığı takdirde sorunlar minimuma indirilebilir. Aksi takdirde Bekir'in oyun kurduğu, Belhanda'nın da "dışsahadaki Fenerbahçe kimliğine" uyduğu oyun şekli tempo ve deplasman sorununu tekrardan gün yüzüne çıkaracaktır.

Son olarak, Belhanda'nın gelişiyle bir sorun daha olabilir.(Kuvvetle muhtemel) 8 yabancı futbolcu: Yobo, Meireles, Cristian, Krasic, Kuyt, Belhanda, Stoch(gidebilir), Sow

Bunlardan herhangi biri yedek kaldığında takımda sorun çıkaracak adamlar. Stoch, Sow, Cristian sorunlarını yaşadılar ve halının altına süpürdüler. Bundan sonra çıkacak bir sorun Fenerbahçe'nin gidişatını Rijkaard'lı Galatasaray'a benzetebilir.

9 Ocak 2013 Çarşamba

Henry! A Golden Moment of the Football History

Geçen sene bugün! İzleyipte göz yaşlarını tutamayanlar parmak kaldırsın.



Bazen o gün Emirates'te olan Arsenal taraftarını kıskanıyorum, sonra Tv'den de olsa bu ana canlı şahit olduğum için şükrediyorum.

Bu sene de gelir diye bir ümidim var hâlâ, becerebilsem ne âlâ!