30 Haziran 2011 Perşembe

Adrenalin




Bmw en güzel reklamlarını en çirkin arabasına çekiyor hep. Orada bir M3 olsa fena mı olurdu?

22 Haziran 2011 Çarşamba

Tekil senenin yazı ve Copa America

Sonu tekil rakamlarla biten bir senenin yazını yaşıyoruz ve her zamanki gibi futbol adına doyurucu bir şeyler bulmakta zorlanıyoruz. Bu boşluktan mütevellit abuk sabuk transfer haberleri havalarda uçuşuyor. Asılsız transfer haberi her zaman mevcut, ancak bu yaz futbolla ilgili elle tutulur başka hiç bir şeyimiz olmadığı için her hangi bir gazetenin köşesindeki futbolcu yakıştırması, abartıla abartıla herkesin ciddiye alacağı bir haber haline dönüşüyor. Konuşulacak konu eksikliği bulunduğu için kulüp yöneticileri bile çıkıp, bitmemiş transferler hakkında açıklama yapma zorunluluğu hissediyor.

Neyse ki Galatasaraylı basketbolcular üstün çaba gösterip, seriyi 3. maçta garantileyeceğini düşünen Fenerbahçe’yi yanılttılar da 6 tane kaliteli maç izlememizi sağladılar. Sarı kırmızılılara gösterdikleri azim için teşekkür ediyorum. Diğer taraftan sarı lacivertlileri de önlerine gelen her yarışmayı kazandıkları için tebrik etmek lazım. Bu noktada Aziz Yıldırımın da artık Türk futbolunun değil, Türk sporunun en önemli isimlerinden biri olduğunu kabul etmek gerekir. Birkaç günlüğüne dikkatimizi çekmesi iyi oldu ancak Galatasaray – Fenerbahçe rekabeti bile olsa, basketboldan futbolun verdiği tadı alamıyorum. Bu nedenle Güney Amerikalı dostlarımızın uluslararası futbol turnuvasının bir an önce başlaması için sabırsızlanıyorum.


Copa America, ilk olarak 1916’da Arjantin’de yapılan, ev sahibi dışında Brezilya, Şili ve Urugay’ın katıldığı ilk uluslar arası futbol turnuvasının günümüzdeki gelişmiş halidir. Bu seneki turnuva da Arjantin’de, 1-24 temmuz tarihleri arasında yapılacaktır. 10 tane Güney Amerika ülkesi dışında Meksika ve Kosta Rika da bu turnuvaya davet edilmiştir. Bu kadar teknik bilgi bana da fazla geldiği için burada kesmem gerekir.

Daha turnuva başlamadan keyfimizi yerine getiren, hazırlık maçında Aguero’ya verdiği pasla yine Messi oldu. (Geniş özet) Brezilya da bu işi ciddiye alır, Forlan da oynarsa bu turnuva tadından yenmez olacak. Tabiî ki birde 2010 Dünya Kupasında oynadıkları futbolla herkesin gönlünü çelen Şili var ki yeni teknik direktörü Claudio Borghi ile nasıl bir değişim yaşamış olduklarını gözlemlemek için sabırsızlanıyorum. (Şili’ye o harika futbolu oynatan Marcelo Bielsa ise federasyonla alakalı sorunları yüzünden görevi bırakmıştı ve şu anda her hangi bir takımı çalıştırmıyor.)



Arjantin’le aramızdaki 6 saatlik farktan mıdır bilmem ama henüz turnuvayı yayınlayacağını açıklayan bir TV kanalımız yok. Youtube maçları 50 ülkede canlı yayınlayacağını açıkladı ancak bu 50 ülke arasında Türkiye’nin olup olmadığı da belli değil. www.youtube.com/user/CopaAmerica adresine tıkladığımızda da 2004 ve 2007 senesi için yüklenen maçları ülkemizden izlemeye izin olmadığını belirtiyor ki bu da iyi bir işaret değil. Bize yine Proxy, IP, DNS ayarlarıyla oynamak düşecek galiba.

21 Haziran 2011 Salı

Copa America - Brasil Highlights 2004



Ben Brezilya ırkının üstün olduğunu düşünüyorum. Evet, Brezilya diye ırk olduğuna da inanıyorum ne var?

13 Haziran 2011 Pazartesi

10 Haziran 2011 Cuma

Florya’da Hâlihazırda Bir La Masia Yok: Sağlam Defans

“En iyi savunma hücumdur.”
“Top bizdeyken onlar gol atamaz.” Johan Cruyff

Blog ekibi olarak her iki görüşe de bugüne kadar yazdığımız yazılarla gereken desteği verdik. Güzel oyun amacı güden futboldaki her öğenin birer taraftarı olduğumuzu gösterdik.

Yine de iyi biliyoruz ki Florya’da hâlihazırda bir La Masia yok. Sadece bundan 20 yıl sonra için yeni yeni bir hayal kuruluyor, çalışmalar henüz proje aşamasında.
O zaman Galatasaray, bundan 1,3,5 ve 10 sene sonrasında endüstriyel futbolun yükümlülüklerine boyun eğmeden, taraftarını sürekli motive halde tutmak ve sahada kaybolmaya yüz tutmuş winner kimliğini geri kazanmak için ilk olarak sağlam bir defansif anlayışı takıma oturtmak zorundadır.

“Florya’da hâlihazırda bir La Masia yok.” derken saha içinde ve dışında küçüklükten beri birbirlerini iyi tanıyan, güzel oyun felsefesiyle futbolu ilk öğrenme çağlarında tanışan, topun kıymetini iyi bilen bir ekibi kısa vadede profesyonel olarak bir arada aynı sahada görmemizin mümkün olamayacağını anlatmak istedim.

Yani emin olun bu kısa vade içerisinde, ayağımızdaki topu çoğu zaman en sonunda rakibe kaptıracağız. Topun bizim takımda kalma süresi çoğu zaman karşı takımla eşit düzeyde olacak. Galatasaray’ın topun rakipte olduğu bu kayda değer zamanı nasıl değerlendireceği, geleceğini belirleyecek öncelikli konu olduğunu düşünüyorum.

Yıllardır bütün takım olarak defansı iyi yapan kulüplerin, başarılı olduklarına tanık oluruz. Çünkü takımlar gol yemedikleri her dakika daha fazla direnç kazanırlar, özgüvenleri yerine gelir. Bu direnç psikolojik olarak gelişse de aynı zamanda fiziksel olarak da sahada kendini gösterir. Galatasaray özellikle son yıllarda sahasında veya deplasmanda fark etmeksizin her türlü golü kalesinde görür duruma geldi. Psikolojik olarak gol yenilince geriye giden takım, birçok kez sahada direnç gösteremeyecek konuma düştü. Sonuç olarak, başarısızlıkta da belki de yaşanabilecek en dip noktalar yaşandı.

Bu noktada yanlış anlaşılmak istemiyorum. Defansı iyi yapan takım olmak demek, birincil amacı savunma olan, gol yememek için gol atmamayı göze alan takım olmak değildir. Ofansif futbol oynayan bir takım, iyi savunma da yapabilmelidir. Barcelona’yı tekrar tekrar örnek vermeye gerek yok sanırım.

Geçmişte takımın başında bulunanlar, ilk olarak planlı bir defansif anlayışı yerleştirmeyi düşünseler, belki de ofansif oyun anlayışını kültüründen alan bu takım, kazanma yetisini bu kadar kolay yitirmezdi.

Geçmişte yapılanlar, yapılmayanlar, aksaklıklar, eksik uygulamalar, dünya üzerindeki pozitif örnekleri bir araya getirip göze önüne aldığımızda “Galatasaray futbol takımı nasıl sağlam bir defansif sisteme sahip olur?” sorusuna 3 başlık altında yanıt vermeye çalışacağım.

1) Yeterli fiziksel güçlendirme

İleri bilim ve teknolojiden yararlanılarak sıkı ve doğru antrenman programları hazırlanmalı. Bireysel fiziki çalışmalar disiplin altına alınmalı ve arttırılmalı. Kısa vadede etkili tedaviler geliştirebilecek ve gerçekleştirebilecek kapasitede bir sağlık kurulu oluşturulmalı.

Fiziksel kalite bir standarda kavuşmalı. Öyle ki medya ve taraftar fiziksel güç konusunda herhangi bir yorum yapmaya gerek duymamalılar. Siz hiç Avrupalı büyük takımlardaki oyuncuların fiziksel problem yaşadığından dem vurulduğunu gördünüz mü? Mesela “Rooney fizik olarak hiç hazır değil.” diye PLTV yorumcularından herhangi bir şikâyet geldiğini? Mümkün değil. Olsa olsa sakatlıktan çıkıp oyuna girdiği ilk maçta son 10 dakika boyunca böyle bir yorum gelebilir.

Özellikle defansif pozisyonlarda görev alan oyuncuların fiziksel yetersizliği daha bir çekilmez hal alıyor. Zaten tercih ediliş sebepleri fiziksel güçten kaynaklanan oyuncularının son yıllarda topu topu 20 maçı çıkartamadıkları sezonlar yaşayan bir takımın başarısız olması kaçınılmaz.

2) Oyuncu tercihleri

Simoviç, Taffarel ve Mondragon ayarında bir kaleci, transferde öncelikli hedef olmalı. Messi bile kaleye vursa, top kaleye giderken taraftar, yönetim, teknik kadro, oyuncular gözünü kapatmayacak kadar kalecisine güven duymalı. İsmi geçen kalecilerin çoğunun bu ayarda olduğunu görmek sevindirici. Maliyeti ne olursa olsun, kaz gelecek yerden tavuk esirgenmemeli.

Bir de defansa liderlik yapabilecek, mümkünse topu oyuna iyi sokacak bir defans oyuncusu gerekli. Bu noktada Neill’in neden gönderilmek istendiğini anlamış değilim. Bu tip oyuncunun yanında oynayacak savunma oyuncusunun top bizim yarı sahaya geçmeden ilk toplara basabilme yeteneğine sahip olması çok faydalı olabilir. Sabri’ye yerinin garanti olmadığını hissettirecek, hızlı ve disiplinli bir sağbek oyuncusu yerinde bir tercih olabilir.

Top kapmayı iyi bilen, çalışkan, fizik gücü yüksek ve tecrübeli bir ön libero ihtiyacı gözüküyor. Linderoth sakatlanmasaydı bu anlamda dünya üzerindeki optimum oyuncuydu. Cana gidecek gibi duruyor, kesinlikle yeri doldurulmalı.

Baros, Kazım ve Elmander’in hücumda pres yapma ve mücadele etme yeterliliklerinin olduğunu düşünüyorum. Bu durum fiziki olarak sağlam olmaları halinde teknik direktör için önemli bir avantaj.

Mücadele gücü üst düzey, çalışkan ve kazanmaya alışmış yabancı transferler takımı sahada psikolojik olarak da üst seviyeye taşımada yardımcı olabilirler.

3) Taktik anlayış

Galatasaray çalışkan oyunculara sahip olup, iyi bir fizik gücüyle mutlaka 2. bölgeden başlamak suretiyle alan daraltarak etkili hücum presi ve agresif oyun anlayışını uygulamalıdır.


Son yıllarda kalemizde çok gol görmemizin ana sebebi fizik güç yetersizliği ve taktik anlayış eksikliğidir. Dolayısıyla, alan daraltamamamız ve bunun sonucu rakip takıma topu sahada gezdirebileceği geniş alanlar tanımamızdır. Galatasaray birkaç senedir deplasmanlarda (geride bıraktığımız sezonda kendi sahasında bile) rakibin oyuna hükmetmesine karşı koyamadığı için güç durumlara düştü.

Savunma pozisyonu alarak, hücum presinden vazgeçmek, Galatasaray’ın ofansif futbol kültürüyle uyuşmayacağı da yapılan denemelerden anlaşıldı.

Defansın ve orta sahanın öne çıkarak ilk topa müdahale etmesi, cesaretle sürekli topa doğru hamle yapması, hatırlarsak 17 Mayıs’ta Arsenal’e direnç gösterebilmemizin 1 numaralı sebebiydi.

Söylemek istediğim, rakip takımın oyuncularının kafalarını kaldırmalarına ne kadar müsaade etmezsek o kadar iyi savunma yapmış olacağız. Fiziki kalitemizi rakibe kabul ettirebildiğimiz oranda başarılı olacağız.

Sahada diri ve fizik olarak kendini gösteren bir takımla, Galatasaray’ın kısa sürede kimliğine kavuşması sürpriz olmaz. Defansif anlayışı oturtmuş ve otomatiğe bağlamış bir Galatasaray, böylelikle “güzel oyun” fikrine kafasını daha çok yorabilecektir.

9 Haziran 2011 Perşembe

Forma reklamı değil sanki




Duygu, hayal, efsane, gurur, tutku, destan ve klas. Hepsi tek formada.
R.Madrid değil de sanki Zidane'ı tarif etmişler. Hani orda Casillas olmasa bu beş kişi anca bir Zidane eder yorumu çıkaracağın buradan.
Kaka iyi topçu ama bir Zidane değil gibi.

7 Haziran 2011 Salı

Sir Alex'ten Süper Cevap



Soru: Man Utd'ın hissedarları size açık çek verip, Barcelona'dan sadece bir oyuncu almanızı söyleseydi, kimi alırdınız?

Sir Alex: Hayatımda duyduğum en aptalca soru......... Mascherano(!)......................... sanırım sabrımı test ediyorsunuz.

2 Haziran 2011 Perşembe

Alex Ferguson’un İşine Karışan Taş Olur Taş


Cumartesi gecesi Şampiyonlar Ligi tarihinin en güzel finallerinden birine tanık olduk. Barcelona hiç tahmin etmediğimiz(!) şekilde maçı baştan sona domine eden taraftı. Çok güzel paslaşmalar, alıştığımız slalomlar ve içimizden “Bu gol olsun” diye geçen ataklar bize doyumsuz bir final heyecanı yaşattı. İlk önce Barcelona’yı tebrik etmemiz gerek. Bu kadar güzel bir kurgunun (altyapı ve üstyapı yönetiminin) sürekli ve sonuna kadar hak ederek kupalara ulaşması bazı endüstriyel futbol tutkunlarına en temiz mesaj oluyor. Futbolda başarı kazanmanın tek yolunun sağlam bir savunma olmadığını bütün dünyaya kanıtlıyorlar. Biz, güzel futbol tutkunlarına, her sene bir koz veriyorlar. Van Der Sar’ın dediği gibi: “Elbette kaybetmek acı veriyor ama onlar inanılmaz güzel bir şekilde kazandılar. Eğer siz oynuyorsanız ve rakip arkaya yaslanmış bir şekilde beklerken, topun şans eseri bir şekilde kalenize girmesiyle kaybediyorsanız bu elbette çok kötü bir şey. Ancak Barça hemen herkesin izlemekten keyif alacağı bir şekilde oynayıp kazanıyor.”


Her ne kadar teknik direktörü topa tutulsa da Manchester United’a da teşekkürü bir borç biliyoruz. Barcelona’ya karşı rezil olma korkusu yüzünden çoğu kez rakip teknik direktörlerin maça 9-10 defansif oyuncuyla başladığını görüyoruz. Alex Ferguson’un ise bu düşünceyi bir kere bile aklından geçirmediğini, çıkardığı onbir ile gördük. Yorumcularsa bu cesareti övecekleri yerde, Alex Ferguson’u yenilginin baş sorumlusu olarak gösterdiler. “Bu kadar ofansif oyuncuyla çıkılır mıymış, 40 yaşındaki Giggs’in ilk onbirde ne işi varmış, Hernandez’in yerine biraz daha defansif bir oyuncu bulamaz mıymış?” Utanmasalar “Futbol zevkimizin içine niye etmedin?” diye soracaklar.


İlk önce şunu belirtmeliyim ki; bir teknik direktörün bizim düşündüğümüzü yüz kere kafasından geçirdiğini, bir sürü faktörü hesaba katarak takım tertibini belirlediğini artık şu kalın kafalarımıza sokalım. Hele ki o teknik direktörün unvanı SIR ise konuşmadan önce bir kez daha düşünelim. Alex Ferguson’un tercihleri arasında en çok eleştirilenlerden biri Ji-Sung Park’tı. Benim dışarıdan gözlemlediğim kadarı ile Alex Ferguson her büyük maç öncesi zaten ilk önce Ji-Sung Park’ı yazıyor. Belki onun çalışkanlığına, topsuz koşularına güveniyordur. Haklı çıktığını da neredeyse her Manchester – Arsenal ve her Manchester – Chelsea maçında attığı gollerde görüyoruz. Valencia tercihine de saygı duymamız gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Valencia geldiği günden beri defansif yönünü her geçen gün geliştirdi. Dikkatli takip ederseniz, Valencia çoğu pozisyonda sağ beke dönüşüyor ve oradan geçit vermiyor. Hatta Alex Ferguson onu artık maçların belirli bölümlerinde tek sağ savunmacı olarak oynatıyor. Hernandez tercihini de çok eleştiren oldu. Hernandez Barcelona maçı öncesinde takımın en formda oyuncusuydu. Düzgün gol vuruşları, hızı, defansın arkasına kolay sızması onu çok tehlikeli bir silah haline getirdi. Alex Ferguson’da Rooney’e daha defansif bir görev vererek Hernandez’i önde oynatmayı düşünmüştür. Bu faktörleri göz önüne aldığımda Feguson’un pek de haksız olduğunu düşünmüyorum.


Son olarak ise Giggs gibi bir futbol efsanesine saygı göstermeyenleri gördüm ve bir futbol tutkunu olarak çok üzüldüm. “Giggs çok yaşlı, temposu bu maçı kaldıracak düzeyde değildi”. Bunu söyleyen arkadaşlar bu sene ya hiç Manchester maçı seyretmemişler ya da konsantrasyon problemi yaşıyorlar. Giggs bu sene Manchester United’ın açık ara en iyi performans gösteren oyuncusuydu. O arkadaşlara bu seneki Şampiyonlar Ligi maçlarından herhangi birini izlemelerini öneriyorum. Ondan sonra Giggs konusunu bir daha tartışalım. Ayrıca bir teknik adamın onbirini belirlerken sadece teknik-taktik detaylara bakmadığını düşünüyorum. Bir futbolcu bazen özverisiyle, bazen tecrübesiyle, bazen liderliğiyle, bazen performansıyla o formayı sırtına geçirir ve Giggs tercihinde bunların hepsinden biraz vardır.


Burada Alex Ferguson’un eleştirilmez olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Kendinde bu hakkı gören yine eleştirsin, hatta çiğnediği sakızla dalga geçsin. Ancak ben kendimde bu hakkı görmüyorum. Man Utd’ın Barca karşısında oynadığı oyun, diziliş, kadro hakkında hepimizin ayrı bir görüşü olabilir. Benim, ikiz kardeşimin, kahvedeki Murat Abi’nin, Hammudi’nin, Fener’li İbo’nun, Manchester Utd. taraftarı Hintli amca’nın, Guardiola’nın, Xavi’nin, C.Ronaldo’nun bu konu hakkında farklı farklı görüşleri, tahminleri vardır. Sir Alex ise bu fikirlerin hepsini tek tek, bizden önce düşünmüştür. Her ihtimali tek tek ele almadığını iddia eden var mı? Bizim aklımıza maç esnasında gelenleri, bu adam iki hafta önceden tartmış, üstüne senin, benim aklıma gelmeyeni eklemiş, kırk senelik tecrübesini de katmıştır.


Aslında bu Sadece Sir Alex için değil, tüm teknik direktörler için geçerli değil midir? Çok merak ediyorum, Hani biz hep atıp tutuyoruz ya, iyi güzel de, bizim TV başında otururken bildiğimiz şeyi nasıl olur da saha kenarında bekleyen adam bilmez? Tek isteğim, bir teknik direktörü eleştirmeden önce, onun bu konuyu (mesleği olan konuyu) sizden evvel düşünüp düşünmediğini aklınızda tartmanızdır. Eğer o adamın, sizden önce bunu düşünmediğine eminseniz, buyurun anlatın, biz dinleriz.