25 Eylül 2009 Cuma

Acaba Tuncay Ne Yapıyor?



Tuncay Şanlı, her takıma lazım olacak, her teknik adamın isteyeceği özelliklere sahip bir futbolcu. Hızıyla, nerede duracağını bilmesiyle, olmadık anlarda yaptığı sürprizlerle, bitip tükenmek bilmeyen enerjisiyle ve en önemlisi kazanma arzusuyla öne çıkan ender bulunabilecek bir oyuncu. Çok şanslı, top orasına burasına çarpıp önünde kalıyor diyenler için söylüyorum, ben bunun şans değil refleks olduğuna inanıyorum. ( Tarif edilemez bir şekilde top süren ve kontrol eden yani refleksleriyle top oynayan bir başka futbolcu sorarsanız: Kader Keita) Tuncay'ın bir başka özelliği ise futbolu oynarken keyif alması. Ve bence bu, Tuncay’ı izlemeyi daha güzel hale getiriyor. Hatta Tuncay Şanlı için “en sevdiğim fenerli” diyebilirim.

Tuncay’ı izlemek çok keyifli ama futbol bir takım oyunu. Ve maalesef Tuncay Premier ligin en keyifsiz futbol oynayan takımlarından birine gitti. Bu takımda sıyrılacağına, çok fazla öne çıkacağına inanıyorum. Umarım sezon sonunda Tuncay’ın değeri anlaşılır. Tuncay’ın çok daha kaliteli bir takımda oynamasını çok istiyorum. Ancak Tuncay’ın bu gelişme sürecini; televizyondan her maçını takip edecek, Stoke City gibi orta sıra bir takımın her maçını izleyecek kadar merak etmiyorum. Ben Arsenal’i, iki Manchester’ı ve Liverpool’u izlemek için bir televizyon kanalına para veriyorum. En güzel futbolu oynayan Arsenal’in maçıyla sıkıcı Stoke City maçını dönüşümlü izlemek zorunda kalınca canım sıkılıyor. Arsenal- ManCity maçı var. Son 20 dakika oynanıyor. Maç o kadar hızlı ki her iki kalede üst üste gol pozisyonları yaşanıyor. Bu dönüşümlü maç olayı çok da kötü değilmiş, fazla bir şey kaçırmadık diye düşünürken, bir anda diğer maça geçiyoruz ve ekranda bizim Tuncay beliriyor. Hem de daha maça girmemiş, kenarda ısınıyor. Yani sadece maça girme ihtimali var. Birkaç dakika Tuncay’ın ısınma hareketlerini sonra da sakatlanan bir futbolcuya yapılan ilk müdahaleyi izliyoruz. Bu arada ben diğer maçta kaçırdığım onlarca pozisyonu, 2 farkla yenikken bile istifini bozmadan her zamanki futbolunu ortaya koyarak adım adım gol arayan Arsenal’i izleyemediğim için çıldırıyorum. Ben ve eminim Premier ligi takip eden herkes bu maçları taraftar gözüyle değil futbolsever gözüyle izliyor. İlgilendiğimiz şey Türk futbolcunun İngilteredeki durumu değil, bir sporun olabilecek en gelişmiş halini canlı canlı izlemek.

Tuncay’ın Stoke City’deki performansını merak edenler, (birkaç kişi varsa) zaten maçları teknik bir bakış açısıyla izliyorlardır. Bu nedenle maçları banttan izlemenin onlar için herhangi bir farkı olmaz. Güzel maçları saatinde yayınlayın, Türk futbolcularını merak edenler sonra izlesin. Ben gerçekten Stoke City’deki Tuncay’ı merak etmiyorum.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Boşuna Yorulmayın


Süper yıldızlarla dolu kadroları görünce teknik direktörlerin işlerini çok kolaymış gibi görüyoruz. Oysa kadro ne kadar kaliteli olursa, başlarındaki teknik adamın onlardan daha kaliteli olması gerekir.

Bu aralar gündemde olan iki teknik adamdan örnek vermek istiyorum. Öncelikle geçen seneki performansını sergilemekte zorlanan Manchester United’ın 25 senelik SIR unvanlı menajeri Alex Ferguson’ın Beşiktaş maçına bakışından bahsedeceğim. Manchester’ın bulunduğu gruptan çıkamamak gibi bir endişesi yok. Kadro rotasyonu konusunda uzman olan Ferguson’un Beşiktaş maçından tek beklentisi futbolcularının fazla yorulmamasıydı. Bir senede 40-50 maç oynamak için sadece as oyuncuları yedek bekletmek yetmiyor. Göreceli olarak kolay sayılabilecek maçlarda herkesi oynatıp, maçtan önce “sakin olun, kendinizi yormayın, kart görmeyin “talimatı vererek de oyuncularınızı dinlendirebilirsiniz. Dikkat ettiyseniz, Beşiktaş orta sahası hücumdan dönen veya ileriye atılan serbest topları kontrol etmekte hiç zorlanmadı. Beşiktaş ileriye çıkarken yoğun bir orta saha baskısıyla karşılaşmadı. Geçen sene şampiyonlar ligi yarı finalinde orta sahada Arsenal’e 90 dakika boyunca adım attırmayan adamlar ile Beşiktaş karşısındaki orta saha aynı oyunculardan oluşuyordu. Yani Manchester kötü oynamadı; rahat oynadı. Onlar için beraberlik bile uygun bir sonuçtu, Scholes’un golü yeterli oldu. Ama bunun üstüne oynayacakları maçta takım yorgunluk falan hissetmeyecek, çatır çatır oynamaya devam edecekler.Manchester’ın bu durumu Beşiktaş için iyi bir fırsattı, olmadı. (Yusuf 5 yaş daha genç olsa veya Serdar Özkan daha tutarlı olsa Beşiktaş İnönü zaferlerine bir yenisini daha ekleyebilirdi.)

Büyük bir mucize olmazsa 2010 dünya kupası Türkiyesiz ve eksik oynanacak. Çünkü birçok takımdan güçlü ve yetenekli kadromuzla her turnuvaya renk katacağımızdan eminim. En azından Bosna’dan daha eğlenceli top oynuyoruz. Futbolcularımız Bosna maçında ellerinden geleni yapmaya çalıştılar, olmadı. Şanssızdık, top bizi sevmedi falan demek isterdim ama ne yazık ki o kadar basit değil. Biz bu gruptan çıkabilirdik. Biz Estonya gibi takımlara puan kaybettikçe, büyük maçları oynamaya takatimiz kalmıyor. Fatih Terim’in en önemli silahının ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Motivasyon. Fatih hoca gazla çalışan takımlar yaratıyor, her şey başta çok güzel işliyor, sonra tabiî ki yakıt çabuk bitiyor. Grup maçları savaş halinde geçtiği için, elemelere kaldığımızda takımın yarısı sakat, çeyreği cezalı, geri kalanı yorgun oluyor. Aynı senaryo Estonya maçında da gerçekleşti. Estonya bize iki gol attı. Neden? Çünkü rahat rahat oynayıp yenmek yerine, Fatih hoca çocuklara “çıkın!, yenin!, parçalayın!, fark atın!” motivasyonu yaptı. Üstüne bir de erkenden golü yiyince takımın yetenekli ayakları yorgun düştü. Bosna maçının 60. dakikasında Tuncay’ın, Emre’nin, Arda’nın yürüyecek hali kalmamıştı. Kalsa bile cezalı oldukları için gelecek maçlarda oynayamayacaklardı. Fatih hoca sakin olsa, kadroyu daha verimli kullansa, önündeki maçlar için daha düşünceli davransa, biz Estonya’yı güle oynaya yenerdik. Yıldızlarımızı yormadan, gider Bosna ile oynardık. Dünya kupası da Türkiye’den eksik kalmış olmazdı. Neyse, bir dahaki sefere!

Yunan Ajanı Gibi Sağlık Heyeti!



Galatasaray Grip Aşısı Oldu

Galatasaray Futbol Takımı teknik heyeti ve oyuncuları grip aşısı oldu. Acıbadem Hastanesi'nden bir ekip sabah saatlerinde tek
nik heyet ve futbolculara grip aşısı yaptı.





Galatasaray'da Servet şoku

Avrupa Ligi'ndeki Panathinaikos maçı öncesi Galatasaray defansında sorun yaşanıyor. Gökhan Zan'dan sonra gribal enfeksiyon geçiren Servet Çetin de Yunanistan'a götürülmedi.




Bu kadar önemli bir Avrupa maçından 2 gün önce oyunculara grip aşısı yaparsan, olacağı budur. Aşı bu, sonuçta mikrop, dağ gibi Servet Çetin'i bile yataklara düşürebilir. Yine de yapacaksan bu aşıyı, futbolculara 2-3 gün dinlenme süreci verebileceğin hafta yaparsın. Böyle bir ihmal olur mu, böyle bir risk göze alınır mı?

6 Eylül 2009 Pazar

Tuncay Konsantre Ol (!) Estonya Maçı Var

Grup maçlarını oynamaya başlamadan önce biri bana : "Estonya'daki ilk maçta 0-0 berarbere kalacaksınız, ikinci maçta 4-2'lik bir skoru zar zor elde edeceksiniz." demiş olsa; benle dalga geçiyor diye düşünürdüm.

Tuncay'a bakar mısınız? Bu kadar hırslandığı maçta rakibimiz ESTONYA!!

2 Eylül 2009 Çarşamba

Taraftar Etkisi


Seyircisiz oynama cezalarını hiç sevmem. Sporun doğasına aykırı bir kere! Seyircisiz oynanan maçları izlerken aklıma, klasik futbol karşıtı söylemlerden biri olan “ 20 adam bir topun peşinde koşturuyor sizde onları izliyorsunuz” geliyor. Üstüne üstelik çok kızdığım bu lafa hak veriyorum. Gerçekten, kimse izlemiyorsa, boşuna koşturuyorlarmış gibi geliyor. Yani taraftar eksikse spor da eksik.

Oyuna eşlik eden, maçın heyecanını seslerle yansıtan, sevinci üzüntüyü takımıyla paylaşan, coşkusuyla misafir takımı bile motive edebilen bir topluluktan söz ediyoruz. Dolaylı yollardan da olsa, tüm sporların gerçek sponsoru da seyirciler zaten. Fakat bazen bir taraftar topluluğu, tuttuğu takıma zarar da verebiliyor. Bu tip taraftara birçok örnek verilebilir, ama en iyi örneği Diyarbakırspor oluşturuyor.

Diyarbakırspor her zaman ligin etkili takımlarından bir tanesi olmuştur. Olmadık maçlardan çıkardıkları puanlarla, çıktıkları zorlu deplasmanlardan aldıkları galibiyetlerle, sürpriz sonuçlar alan bir takımdır. Aynı başarılarını iç saha maçlarında da sürdürebilseler, ligin başarılı ekiplerinden biri olurlardı. Ancak istatistiklere bakarsak, kendi sahalarında başarısız olduklarını görüyoruz. Çünkü genelde iç saha maçlarını, aldıkları saha kapatma, seyircisiz oynama gibi cezaları ödeyerek harcamak zorunda kalıyorlar. Üstelik maddi durumu çokta iyi olmayan bir kulüp olarak bir sürü para cezası da ödemek zorunda kalıyorlar.

Tuttuğu takıma zarar vermek konusunda Diyarbakırspor’un taraftarı üstüne taraftar yok. En son icraatları da Fenerbahçe maçını kaybettirmek oldu. Diyarbakır, iyi oynamasa bile maça iyi başlamıştı. (Pas trafiği konusunda da ligdeki birçok takımdan daha üstün durumdalar.) Biraz şansın da yardımıyla öne geçmişti. Üst üste birkaç gol pozisyonu da yakalayıp, havaya girmişti. Gökhan Gönül’ün attığı muhteşem golden sonra bile oyundaki dengeler bozulmamıştı. İkinci yarıda maç kilitli bir şekilde sürerken taraftar sahneye çıktı. (umarım bu, tahmin ettiğimiz gibi, birkaç provokatörün işidir.) Sahaya atılan yabancı maddeler, oyunun durması, Diyarbakırsporlu oyuncuların taraftarı sakinleştirmeye çalışması derken, konsantrasyon falan kalmadı. Daha kaliteli oyunculardan kurulu Fenerbahçe bu boşluktan yararlanıp, iki pasla golünü attı. Bir iç saha maçı daha böylece kaybedilmiş oldu. Üstüne birde saha kapatma, para ve seyircisiz oynama cezaları geldi. Aslında bu öyle bir durum ki bilet gelirini göz ardı edersek, bu cezalar Diyarbakırspor’un iç saha performansını artırması açısından iyi bile oldu diyebiliriz.