29 Ağustos 2012 Çarşamba

Şanslı 7

Bir aralar Cristiano Ronaldo’nun bahtsız olduğunu düşünürdüm. Allah vergisi yetenekleri ve fiziği sayesinde hepimizin hayallerini süsleyen bir hayat yaşayan bu adama bahtsız demek kulağa saçma geliyor farkındayım. Yetenekli olduğu kadar hırslı da olan bu adam için, olağanüstü kabiliyetleri sayesinde herhangi bir sporda dünyanın en iyisi olmak işten bile değilken, gelmiş geçmiş en iyi futbolcuyla aynı döneme gelmek şanssızlık değildir de nedir?


Bir NBA oyuncusundan daha yükseğe zıpla, bir tenis şampiyonundan daha hızlı yön değiştir, koşuda olimpik atletlere kafa tut, sonra CV’sinde fazla da bir şey yazmayan ufak tefek bir çocuk senden açıklanamayacak bir şekilde daha iyi olsun. Ronaldo gibi biri için çok zor bir durum.

Ronaldo ve Messi’yi ara ara herkes kıyaslıyor ama bu tartışmada kimse kimseyi ikna edemeyecektir. Zevkler ve renkler tartışılmaz, ayrıca hemfikir olduğumuz bir konu var. Bu ikisinin altına yazabileceğimiz üçüncü bir isim yok. Varsa da araya uzunca bir boşluk bıraktıktan sonra yazabiliriz. Ronaldo ve Messi diğer futbolculardan fersah fersah ilerdeler.

Menajerlik oyunlarından öğrendiğim İngilizce bir kelime: “flair”. Yetenek demek ama daha üstün bir anlamı var. Allah vergisi, dâhiyane, içgüdüsel, gibi anlamlar taşıyan güçlü bir kelime. Messi ve Ronaldo’da bu flair’dan fazla fazla var, aşikâr. Fakat özel yetenekli insanların handikabı sayılabilecek bir durumları da var bu ikisinin. Özel yetenekli insanlar, başlangıç seviyesinde veya küçük yaşlarda çevrelerindeki insanlardan çok daha az çaba sarf ettikleri için ( spor veya spor dışı, bu herhangi bir dal olabilir) ileri seviyelerde çalışma gereği duymuyorlar. Hiç çaba göstermeden başarmaya alıştıkları için, gelişmekte zorlanıyorlar. Bu sebeple ileri seviyelerde, daha az yetenekli olup daha çok çalışan rakiplerinin gerisinde kalıyorlar.


Örnek vermek gerekirse, İlkokul çağında çok zeki bir çocuk düşünün. Okuma yazma, temel matematik gibi konularda hiç çaba sarf etmeden arkadaşlarının hepsinden daha başarılı olduğunu kabul edelim. Eğitim hayatı ilerledikçe, kafa yorması gereken konularla karşılaşacaktır. Toplama çıkarma öğrenirken kafa yormuş bir çocuk, ileri seviyelerde de kendini zorlaması gerektiğini bilecektir. Bizim zeki çocuk ise çarpım tablosunu ilk bakışta hafızaya aldığı için, bir gün zorlandığı bir konu gelince biraz çaba sarf etmesi gerektiğini bilmeyecektir.

Herkesin, “biraz koşsa çok süper topçu” diye tanımladığı ve çok sevdiği futbolcular vardır. İşte o topçular, 10 yaşındayken mahalledeki tüm arkadaşlarına yürüyerek çalım atıyorlardı. Sorun ise, karşısına profesyonel iri yarı savunma oyuncuları geldiğinde, hala koşmak yerine yürümeyi tercih ediyor olmalarıdır. Memlekette bir Sergen Yalçın gerçeği de mevcut zaten. Flair kelimesinin anlamlarından fazla fazla nasiplendiğini söylemeye gerek yok. İdman alışkanlıklarına da aşinayız. Elimizde ölçme cihazı olmadığı için, Sergen mi daha yetenekli, Ronaldo mu, hiçbir zaman bilemeyeceğiz. (Sergen’den sadece iyi bir uç örnek olduğu için bahsettim, niyetim onu Ronaldo veya Messi ile kıyaslamak değil.)

Messi ve Ronaldo’nun arkasına üçüncü bir isim yazamayışımızın sebebi de bu noktada ortaya çıkıyor. Bildiğimiz yetenekli futbolcuların hepsinden daha çok çalışıyorlar. Son 5 senedir Messi ve Ronaldo’dan iyisi yok, ama hâlâ gelişmeye devam ediyorlar. Her sezon, bir önceki sezondan daha da iyi oynuyorlar. Diğer yıldız futbolcularla aralarındaki fark gittikçe açılıyor. Yazının başında, “Ronaldo’nun bahtsız olduğunu düşünürdüm” demiştim. Artık düşünmüyorum. Çünkü Ronaldo’nun bu seviyeye gelmesinde Messi’nin mevcudiyetinin katkısı olduğuna inanıyorum. Messi’den daha iyi olmak adına her seferinde üstüne koyması onu buralara getiren en büyük etkendir.


Messi olmasaydı, C.Ronaldo 2008’de aldığı yılın futbolcusu ödülünü tekrar kazanmak için bu kadar çaba sarf eder miydi? Peki ya Messi, hemen ensesinde Ronaldo’nun nefesi olmasa, bu ödülü üç kere üst üste alır mıydı? Büyük ihtimalle alırdı, ama ödülü almak için bir önceki sezondan daha iyi oynamasına gerek kalmayacaktı. Messi de, Ronaldo da birbirlerinin mevcudiyetleri sayesinde her gün daha iyi oynamaya devam ediyorlar.

Bugün fark ettim ki bu iki süper futbolcunun aynı döneme gelmesi birbirleri için şanssızlık değil, aksine müthiş bir spor kariyeri adına şans yaratmıştır. Ve durumdan en çok, biz futbolseverler yararlanıyoruz.

10 Ağustos 2012 Cuma

Kim Barcelona Kim Real Madrid?



Dün 85. dakikada oyuna Cerci girdi. CM 2003-04 oyununun efsane santraforlarından Alessio Cerci. Oradan aklıma geldi; Championship Manger, Football Manager (nam-ı diğer CM ve FM) gibi oyunlarda en sevdiğim dönem transfer dönemleridir. Takıma gerekli gereksiz onlarca adam alırım. Her mevkii için en az 3 alternatif yaratıp, takımın taktiğini belirlemek için 7-8 tane hazırlık maçı yaparım. En iyi “scout” ekibini ve yardımcı antrenörleri getirmeye çalışırım. O iki ay için 10-15 saatimi harcarken, normal sezonu toplamda 8-9 saatte bitiririm. Gerçek hayatta ise işler biraz farklı işliyor. Haziran - Ağustos ayları arası, eğer uluslar arası turnuvalar da yoksa bitmek bilmiyor. Ne kadar futbolumuzun kalitesizliğinden yakınsak da, Avrupa takımlarına karşı aldığımız başarısız sonuçlar her defasında yüzümüze vurulsa da bu zalim oyunu çok seviyoruz.


Nihayet ligler başlıyor. Galatasaray Lazio ve Fiorentina maçlarıyla, Fenerbahçe de Vaslui maçlarıyla sezonu açtı. Daha önceki maçları düzgün bir şekilde izleme şansım olmadı. Ama bu 4 maçı baz alarak bir şeyler söyleyebilirim.

Galatasaray için ilk başta söyleyebileceğim çok yüksek bir güven ile maça çıktıkları olur. Defansif anlamda nerede ne yapması gerektiğini bilen bir takım görüntüsü veriyorlar. Maça rakip takımı baskı altına alarak başlıyorlar. Semih – Ujfalusi ve Semih – Dany ikilileri orta saha çizgisine kadar çıkıp rakibi pres altında tutmakta ısrar ediyorlar. Bu anlayışın Galatasaray’ı evindeki birçok maçta erken öne geçireceğini ve o maçlarda aktif dinlenme imkânı vereceğini söyleyebiliriz. Deplasmanlarda ise özellikle ilk 10 hafta, başta vurguladığım güven duygusunun çok rahat puanlar kazandıracağını düşünüyorum. Bunun bir benzerini geçen sene Fenerbahçe’de görmüştük. Bir önceki sezon 17 maçta 16 galibiyet alan kazanmaya alışmış takım aynı refleksi geçen sezon başında göstermişti. Ancak devamında malum sürecin getirdiği mental çöküş Fenerbahçe’nin ligi Galatasaray’ın 9 puan arkasında bitirmesine sebep olmuştu. Tabii Galatasaray’ın takım olgusuna kavuşmasının da bu puan farkında etkisi büyük. 


Galatasaray’ın şu an en büyük sıkıntısı rakibini sahasına hapsetmesine rağmen kolay pozisyona girememesi. Hamit’in maç eksikliği, Melo’nun olmayışı ve Burak ile Amrabat’ın takımın yapısına daha alışamaması pozisyon sıkıntısına etken olarak gösterebiliriz. Zaman içerisinde takım içi uyum artacağından Galatasaray’ın bu sorunla daha az sıklıkla karşılaşacağını düşünüyorum. Ünal Aysal’ın tabiriyle şu an “çilek” transferine ihtiyaç yok. Ancak eğer bir fırsat transferi olursa mesela 3-4 milyon Avroya alınabilecek Nene hem maddi bir külfet getirmez hem de ofansif açıdan opsiyonları artırmış olur. Transferlerin uyumu ile beraber Galatasaray’ın geçen sene topladığı puanın üstüne çıkması beni şaşırtmayacak.


Fenerbahçe’nin ise geçen seneye göre birkaç adım önde olduğunu söylememiz mümkün ancak defansın ortasına yapılan Egemen transferi ve Emre’nin yerini oyun kurabilen bir orta saha ile doldurmamak, Fenerbahçe’nin omurgasına zarar verebilir. Özellikle deplasman maçlarında sıkıntı yaşayan ve konsantrasyon problemi çeken bir takım olarak, skora isyan eden oyunculardan birini kaybetmek çok mantıklı olmadı. Neyse ki Kuyt transferi bu açığı biraz kapatabilir. Fenerbahçe’nin daha iyi bir stoper (yabancı veya Ömer Toprak, Serdar Aziz, Serdar Taşçı’dan birini) ve Emre tarzında bir orta saha alması gerektiğini düşünüyorum.


Ayrıca, Stoch – Alex – Krasic – Kuyt – Sow beşlisinden birinin yedek kalacağı bir ortam tatlı forma rekabeti olarak gözükse de eğer iyi yönetilmezse tatsız sonuçları beraberinde getirebilir. Benzer bir durumun 3 sene evvel Rijkaard’lı Galatasaray’ın başına geldiğini hatırlıyoruz. Kewell – Arda – Elano – Keita, 5 ay sonra Arda – Elano – Giovanni – Keita dörtlüsünden birinin yedek olması düşünülmüştü. İç çekişmeler, takımın geri kalanının o seviyede olmaması, defansif kopukluk ve sakatlıklar takımı hüsrana götürmüştü. Aykut Kocaman’ın bu rotasyonu doğru yönetebildiği ölçüde başarıların gelebileceğini düşünüyorum.


Sonuç olarak, iki takımın ligde İspanya ligi gibi yalnızlaştığı bir durumla karşılaşabiliriz. Ama kimin Barcelona kadar düzenli, kimin Real Madrid kadar soğukkanlı olabileceğini zaman gösterecek.

Not: Pazar günü sezon başı olması dolayısıyla bireysel hataların bolca yaşanacağı bir maç izleyeceğimizi ve Melo’suz Galatasaray’ın Fenerbahçe’nin bir adım aşağısında kalacağını düşünüyorum.