24 Aralık 2009 Perşembe

En İyi Kim?


Balloon D’or, bir futbolcu için, takım olarak değil, bireysel olarak alınabilecek en prestijli ödül. Kelime anlamı Altın Top olan bu ödülü France Football dergisi veriyor ve oylama için dünyanın her yerinden 96 gazetecinin görüşünü alıyor. Bu sene ödülün sahibi Balloon D’or tarihinin en yüksek puanıyla(480 üzerinden 473 puanla) Lionel Messi oldu. İkinci Cristiano Ronaldo, üçüncü ise Xavi oldu. Eskiden bu ödülün sahibi Alman ve Hollandalı futbolcular olurmuş. Klüp bazında bakarsak ödül’ü en çok İtalya’ya gitmiş.




Bu sene ödüllerin hepsi İspanyaya gitti. Flaş transferler, Son dünya kupası galibi gibi bir çok unvan sayesinde İspanya Dünya futbolunda öne çıktı. Balloon D’or’un üç galibi dışında Iniesta’ydı, Kaka’ydı derken, dünyanın en iyi futbolcularının birçoğu İspanya liginde top koşturuyor. Buna rağmen İspanyol ligi hiçbir zaman Premier Lig kadar ilgi çekemiyor. İspanyada fazla bir dengesizlik hâkim. İyi takımlarla vasat takımlar arasında bir uçurum var. Barcelona ve Real Madrid’i izlemek keyif veriyor. Ancak bu ikisinden başka her hangi iki İspanyol takımının maçını izlemek eziyet gibi bir şey(Sevilla’yı hariç tutabiliirz). Bizim Süper ligden kötü demiyorum ama İngilizleri izlemeye alışınca başka bir şey izlemek zor geliyor. Bazı İspanyol takımlar o kadar basit ki Barcelona ile oynarken bile maçı kötü hale getirebiliyorlar. Oysa İngiltere’de düşme hattındaki iki takımın golsüz berabere biten maçını bile keyifle izleyebilirsiniz.(İngilteredeki en keyifsiz futbolu Stoke City oynuyor, orda bile en azından Tuncay gibi izlemesi eğlenceli bir adam var) Yani işler iki büyük takıma kalınca lig de yetersiz kalıyor. İspanya da birinci veya ikinci belli, aralarına üçüncü bir takım giremez. İngilterede ise hedefi şampiyonluk olan 4 takım var. Bu dört takımdan hariç, şampiyon olamayacağının bilincinde olan ama ikincilik veya üçüncülüğü kovalayan en az 3-4 takım daha var.(M.city, Aston Villa…) İngiltere’nin farkı, ligde en az 16-17 takımın da belli bir seviyenin üstünde yer almasıdır. Her maçın bir favorisi de olsa kimse mücadele etmeden teslim olmaz. Dünyanın en iyi takımı(tartışmasız Barcelona) ve dünyanın en önemli maçı (El Classico) İspanya liginde olabilir ama dünyanın en iyi maçları gibi çoğul bir cümle kurarsak ibre İngiltere’ye dönüyor.

Bizim ligimiz de karakter olarak İspanya ligine benziyor. Yıllardır 3 büyük takımı ciddi bir şekilde zorlayabilecek kimse çıkmadı. Geçen sene Sivasspor Galatasaray ve Fenerbahçe’nin zayıflığından da yararlanarak bir çıkış yaptı. Ancak bu çıkışı pozitif futbolla yapmadıkları için aynı hızla düştüler. Bu sene durumlar farklı. Futbol kalitesi olarak değil ama bu işi ciddiye alan takım sayısıyla İngilizlere yaklaşmaya başladık( en azından İspanya ligine daha uzağız). Birkaç sene daha böyle sürerse işler daha güzel olur. Gençlerbirliği, Gaziantep, Bursa ve Kayseri üç büyükleri ciddi anlamda zorluyorlar. Güzel olan ise kapalı ve savunmaya dayalı bir futbol değil pozitif futbol oynuyor olmaları. İyi oynayan takımlar diğerlerini de iyi futbola zorlayacaktır. Ligin kalitesi artarsa Avrupa’da başarı da gelir.

18 Aralık 2009 Cuma

Gelmiş Geçmiş En İyi Sol Bek


Sol bek deyince aklınıza ne geliyor? Benim aklıma ilk gelen Roberto Carlos’tur. Her sanal futbol oyununda Carlos için takım seçen, mahallede faul kullanılacağı zaman R. Carlos olan çocuklar sayesinde Real Madrid’in taraftar sayısı bile artmıştır. Bu adamın futbolla alakası olmayan insanlar arasında bile kendine ait bir hayran kitlesi var.

R.Carlos, Cafu ile beraber günümüzdeki bek kavramına damgasını vurmuş bir futbolcudur. Hücuma, savunmadan daha fazla katkı yapan, çok koşan, arkasında boşluk bıraktığı için eleştirilen fakat oyuna pozitif katkısıyla savunmaya dayalı hatalarını telafi eden oyuncu kavramı, en güzel R.Carlos ile açıklanır. Günümüzde, Dani Alves gibi, Sergio Ramos gibi oyuncuların hatalarına göz yumulmasının sebebi Carlos ve Cafu’nun getirmiş olduğu oyun tarzıdır. Carlos, hızıyla, şutlarıyla ve sempatik tavırlarıyla Cafu’nun önüne geçmiştir. Real Madrid’in en şaşaalı döneminde orda bulunmasıyla da fark yaratmıştır. 3 şampiyonlar ligi ve Dünya kupası kazanmış bir oyuncu olarak saha içinde oldukça mütevazı bir futbolcudur. Carlos için gelmiş geçmiş en iyi sol bek demek yanlıştır, çünkü bu cümleyi kurmamızın sebebi zaten R.Carlos’un kendisidir. Sol bek, forvet ya da kaleci gibi insanların istatistik tutmak isteyeceği bir mevki değilken, Carlos’u en iyi sol bek ilan ediyorsak, sebebini Carlos’un başarısında aramak lazım. Bir söylentiye göre R.Carlos’un Real Madrid’e transferi de kendisinin sol bek inadından kaynaklanıyormuş. Interde oynarken teknik direktör Roy Hodgson ile sol açıkta oynamasını istediği için ters düşmüş ve daha sonra 11 yıllık Real Madrid kariyeri başlamış.

Real Madrid’in saltanatı Barcelona’ya kaptırmadan önceki son şampiyonluğunda takımı sırtlayan Beckhamla birlikte R.Carlos olmuştu. Yani Carlos Fenerbahçe’ye bitkin bir futbolcu olarak değil, takımını La Liga’da şampiyon yapmış bir futbolcu olarak geldi. İlk sezonunda da Fenerbahçe’de çok başarılıydı. Bugün Carlos’un formundan memnun olmayan insanlar, sakatlanmadan önceki performansını unutuyorlar. Bu adam sadece vizyon olarak bile Fenerbahçe’ye katkı sağlamıştır. Aziz Yıldırım’ın hedefi 3 yıl üst üste lig şampiyonluğu iken Carlos geldiğinde Avrupa kupası almak istediğini söylemişti. Nitekim Fenerbahçe’nin bu güne kadarki en büyük Avrupa başarısı da R.Carlos zamanında geldi. Şampiyonlar liginde çeyrek final başarısı, R.Carlos olamadan gerçekleşemezdi. Carlos’un saha içindeki oyun yönlendirmelerini inkâr edilemez. Carlos saha içinde takım arkadaşlarına verdiği talimatlarla herkesin gönlüne taht kurmuştu. Şimdi Carlos’un gidiyor olmasına sevinenleri görünce şaşırıyorum. Bu Roberto Carlos Şampiyonlar liginde Fenerbahçe’den daha fazla forma giymiş bir futbolcu. Fenerbahçe taraftarının Carlos’un gidişine yaklaşımı üzücü. (Vefalı taraftar örneği vermek gerekirse: Geçen hafta Marca’nın yaptığı bir ankette Madrid taraftarlarının %71’i Carlos’un geri gelmesine onay vermiş)

Kalite yoksunu bir ligimiz var. Carlos gidiyor ama umarım birileri ondan bir şeyler kapmıştır. Yıldız futbolcular bizimkilerin bir şeyler öğrenmesi için bulunmaz nimetler. İnsan gördüğü şeyleri öğrenebilen bir varlık olduğuna göre, bir yıldız futbolcu sadece takım arkadaşlarına değil, rakip oyunculara da katkı sağlayabilir. Carlos da gittiğine göre Fenerbahçe de gençler için iyi bir model kalmadı(Alex hiç iyi bir örnek değil). Bu ligde Roberto Carlos’un bile değeri bilinmediğine göre Fenerbahçe onun yerini doldurmakta bir hayli zorlanacakmış gibi görünüyor.

10 Aralık 2009 Perşembe

Çok Güzel Hareketler Bunlar


Geçen hafta sonunda Süper ligimize hakemler ve onlarla ilgili açıklamalar damga vurdu. Galatasaray-İBB maçını taraftar gözüyle izleyen herhangi bir Galatasaraylı, hakemin yönetiminde art niyet ararsa şaşırmamak gerek. Uzatmayalım. Hakem tartışmaları dışında ligin 15. haftası güzel gelişmeler de getirdi.

Öncelik Kayserispor-Bursaspor maçının. Ligtv’yi, maçı canlı yayınladığı için ayrıca tebrik ediyorum. Maçı izleyen herkes hemfikir, çok güzel bir futbol izledik. Bilet fiyatları dolayısıyla gelen yoğun seyirci ilgisi de çok sevindirici. İki Anadolu takımının maçı ve 30.000 dolaylarında seyirci, kolay kolay denk gelmez. Güzel statlar futbolumuza katkı yapacaksa hiçbir masraftan kaçınmamak gerek. Maçın kalitesini seyirci sayısına da bağlayabiliriz ama galip gelenin birkaç saatliğine de olsa lider olacak olması çekişmeyi arttırmıştır.(Maç saatinde Galatasaray’ın puan kaybetmesi öngörülemiyordu.) Sebep-Sonuç ilişkisi yapma derdinde değilim. Önemli olan bizim ligimizde, Anadolu takımlarının güzel top oynamaya başlaması. Bu çok sevindirici. Artık İstanbul’a gelen Anadolu takımları kolay kolay maç vermiyor. Bursaspor deplasmanı üçbüyüklerin korkulu rüyası haline geldi. Gençlerbirliği’ni izlemek keyif veriyor. (Thomas Doll’un Facebookta Türklerden oluşan fan sayfası bile var.) Gaziantepspor da hiç fena değil. Lider ise Kayserispor. Bu noktada, 15. hafta sonunda ligimizin lideri olan Kayserispor’un teknik direktör istikrarına dikkat çekmek istiyorum. Tolunay Kafkaslı Kayserispor’un başında 3. sezonunu geçiriyor. Teknik direktörlerin sabırdan başka hiçbir şeye ihtiyacı yok. Diğer bir iyi örnek ise Abdullah Avcı. 4 sezondur, İBB’nin başında ve vazeçmiyor. Galatasaray, Bülent Korkmazla anlaşmadan önce Abdullah Avcı’ya teklif götürmüştü. Buna rağmen Abdullah Avcı hala, süper lige kendi taşıdığı takımının başında.

Süper lig hakkında bir paragraf dolusu güzel şey yazdım ama bitmedi, devamı var. İBB maçında Galatasaray’ı çok beğendim. Son 10 dakikada yaptıkları gereksiz panik hariç sezon başından beri en güzel futbollardan birini oynadılar. Rijkaard en sonunda 3’lü savunmaya dayalı orta saha denemelerini bırakıp, eski düzenine geri döndü. Elano da buna karşılık verdi. Maç boyunca olumlu işler yaptı. Nokta paslarla oyunun yönünü değiştirdiği her seferde Galatasaray pozisyon yakaladı. Elano hakkında atıp tutan çok ama beni sevindiren, seyircinin Elano’yu desteklemesi oldu. Elano oyundan çıkarken hep bir ağızdan tezahürat yaptılar. Bu destek tezahüratının meyvelerini önümüzdeki haftalarda toplayacaklarına inanıyorum.

Galatasaray’ın yeni Hasan Şaş’ı, Mustafa Sarp’ın özeleştiri barındıran hakem eleştirisi de, bahsetmeye değer doğrusu: İngiltere liginden bahsederek, “Orada futbolcular savaşıyor, mücadele ediyor. Hakem oyunu kesmiyor; oraya bakmıyor. Ben onları izlerken futbolculuğumdan utanıyorum. Eğer ben futbolculuğumdan utanıyorsam, hakemlerin de oradaki meslektaşlarına bakarak utanması gerek.” Bu aralar herkes İngiltere liglerini örnek göstermeye başladı. İyiye işaret. Güzel bir örnek.

Haftanın en şık hareketi ise yine Beşiktaş taraftarından geldi. Diyarbakırsporlu futbolcuları Beşiktaşlılarla birlikte tribüne çağırıp, alkışladılar. Karşılıklı Siyah-Beyaz ve Yeşil-Kırmızı diyerek tempo tuttular. UEFA’nın en önem verdiği kampanyası ırkçılığa karşıyken, Beşiktaş taraftarının ırkçılık karşıtı tezahüratları “çok güzel hareketler bunlar” dedirtti. Belki Beşiktaş UEFA organizasyonlarına devam edemedi ama taraftar grubu açık ara şampiyon sayılır.

3 Aralık 2009 Perşembe

Nusaybin'de Futbol Okulu




Yazıya eski yazılarımdan bir alıntıyla başlamak istiyorum.

Futbolun popüler spor sayıldığı ülkeler arasında en kalabalık nüfusa sahip ülkelerden biriyiz. Fiziksel yapımız da bu spor için uygun sayılır. Buna rağmen futbolcu yetiştirme açısından çok yetersiz kalıyoruz.

Genç Türkler Almanya’da, Hollanda’da, gurbetçilerin yoğun olduğu her yerde başarılı olmaya başladılar. Sadece buralarda değil, Arsenal’in, Chelsea’nin altyapısında da Türk futbolcular sıyrılıyor. Kısacası Türk futbolcular gerekli eğitimi aldıkları zaman kalitelerini belli edebiliyorlar. Yetenek olarak bir Brezilya, bir Arjantin olamayız ama İspanyollardan İngilizlerden, Hollandalılardan hiçbir eksiğimiz yok. 15 milyon nüfuslu Hollanda’nın İngiltere’de İspanya’da oynayan onlarca oyuncusu var. Hollandalıların fiziksel yapısı futbola daha mı yatkın?

Avrupa’da çok gelişmiş bir “scouting” sistemi var. Her takımın futbolcu araştıran, tekrar tekrar izleyen, işi sadece futbolcu araştırmak olan gözcüleri var. Bu gözcülerin bazıları Brezilya’da bazıları Afrika’da yetenek avcılığı yaparken bir kısmı da kendi ülkelerinin yeteneklerini keşfetmeye çalışıyorlar. Bizim kulüplerin Güney Amerika’yı falan araştırmasına gerek yok. Araştırılması gereken yerler, her konuda olduğu gibi futbolda da geride kalan doğu ve güneydoğu bölgeleri.

Birçok kulübümüz Afrika’ya, Brezilya’ya futbolcu araştırmaya gidiyor. Bu doğudaki, güneydoğudaki bütün çocukların yeteneksiz olduğunu kabul etmek demektir. Yeteneksizlik gibi bir durum olamayacağına göre buraların da gözden geçirilmesi, futbola yatkın çocuklara bir şans verilmesi gerekir.

3 büyükler yazın Ankara’da futbol okulu açacaklarına, aynı şeyi doğuda yapsalar, işler Brezilyalı şımarık futbolculara söz geçirmekten çok daha kolay olacaktır.


Mardin’in Nusaybin ilçesinde bir kebapçının kapısında, Galatasaray Başkanı Adnan Polat’ın fotoğrafının basılı olduğu bir ilan vardı. Yakından inceleyince ilanın Midyat’ta kurulan Galatasaray futbol okulu ile ilgili olduğunu gördüm. Böyle bir projenin gerçek olmasına (Başkan ve Galatasaray yöneticileri 4 Aralık 09’da açılışa katılacaklarmış) çok sevindim. Ayrıca Nusaybin’de de daha önceden kurulmuş bir Galatasaray futbol okulu olduğunu öğrendim Bu okullar hem bölge çocuklarına, hem Galatasaray’a hem de Türk futboluna katkı sağlayacaktır.

Güneydoğuda sokak arasında top oynayan binlerce çocuk arasından birkaç tanesi bile sıyrılsa, Türk futboluna önemli katkı sağlayacaklardır. Bunun haricinde, Futbol gibi tüm organizasyonlarıyla ırkçılık karşıtı olan bir spor sayesinde kafaları karışıklarla dolu olan küçük çocuklar kendilerine daha önemli bir uğraş bulmuş olacaklar.

Umarım Diğer kulüplerin de bu bölgeyle ilgili projeleri vardır. Sadece futbol değil de, tüm sporların Güneydoğudaki çocuklara, onların da bu sporlara ihtiyacı var.