1 Nisan 2010 Perşembe

Joga Bonito (Güzel Oyna)


Joga Bonito, Nike'ın 2006 senesinde başlattığı bir reklamın, başka bir deyişle kampanyanın ismiydi. Anlamı “güzel oyun”. Reklamın başrol oyuncusu olarak Eric Cantona’nın seçilmiş olması da mevzunun Fair Play’den farklı olduğunu göstermek içindi belki. Bu kampanya bir öngörü müydü, tetikleyici bir sebep miydi, hiç mi etkisi olmadı bilmiyorum ama günümüz futbolseverleri için güzel oynanan futbolun yükselen bir eğilim olduğuna eminim.

Galatasaray-Fenerbahçe maçına burun kıvıran arkadaşlarımın Arsenal-Barcelona maçı için bir gün önceden hazırlık yaptıklarını görmek sevindirici. Bu, futbolu taraftar oldukları için değil sevdikleri için izleyen insanların sayısının arttığını gösteriyor. Son yıllarda Manchester United ve Chelsea daha fazla sportif başarı yakalamış olsa da, az buçuk Premier Lig takip eden insanlar arasında Arsenal’e olan sempatinin hepsinden fazla olduğunu gözlemlemek mümkün. Basit ve garanti paslarla oynanan oyuna değer verenlerin sayısı artıyor. Göze hoş gelen futbolun, skor tabelasında yazandan daha önemli olduğu, taraftarların maçı kazananı değil, kazanmak için daha çok çaba göstereni, yani hak edeni takdir ettiği futbol ortamları oluşuyor yavaş yavaş.


Göze hoş gelen, keyifli futbolun en basit tanımını şöyle yapabilirim: Tüm takımın dâhil olduğu birkaç sade pasla gelip atılan bir gol, uzaklardan “belki girer” diye çekilmiş bir şutla gelen golden daha değerlidir. Burada kritik nokta işi şansa bırakmamak. Şans faktörünün en aza indirgendiğini fark eden seyirci, hak edenin kazandığına tereddütsüz inanıyor ve izlediği futboldan maksimum keyif alıyor.

Burada oynadıkları futboldan keyif alan futbolcuların da çok önemli bir rol oynadıklarını düşünüyorum. Kendileri de eğlendikçe biz daha çok eğleniyoruz. Göze hoş gelen futbolun önemini kavrayanlardan biri de Zlatan’mış meğerse. Arsenal-Barcelona maçından önce Ibrahimoviç’in açıklamalarını dinledim. Tüm düşüncelerini açıkça söylüyordu Ibra. Saha içindeki görüntülerinden ve mimiklerinden anlaşılmıyor ama söylediklerinden onun da futbolu severek oynayanlardan olduğunu çıkarabiliyoruz. Açıklamalar özetle şöyle:
“Arsenal de bizim gibi açık ve pozitif oynamayı seven, sahaya kendi oyununu oynamak için çıkan bir takım. Umarım beklediğimiz gibi güzel bir maç olur. Bazı maçlardan sonra -oyun bizim hakkımızdı, ama hak ettiğimiz skoru alamadık- gibi açıklamalar yapılıyor. Bu futbol’un hoş olmaya yanlarından bir tanesi. Her zaman güzel futbol oynayan takımların galip gelmesini isterim. Umarım bu akşam da iyi oynayan kazanır.”



Benim için haftanın anlam ve önemi olan maçtan da bahsetmek lazım biraz. Göze hoş gelen futbolun en önemli temsilcileri Arsenal ve Barcelona. İngiliz ekibi oynamak istediği futbolu sahaya yansıtmak için sürekli çabalayan, oynadıkları oyun güzel görünsün diye birçok taviz veren idealist bir takım görüntüsü çiziyor. Katalanlar ise aynı mantıkla oynayarak futbolun doruk noktasına ulaştılar. Her geçen gün çıtayı yükseltiyorlar. Dün akşam bir usta-çırak mücadelesi vardı sanki. Aynı futbol görüşünü benimsemiş iki takım, bir taraf evrimini tamamlamış, sürekli üstüne koyuyor, diğer taraf gelişme sürecinde, tecrübesiz ama elinden gelenin en iyisini yapıyor. Bir tarafta Arsenal’li Henry diğer yanda Katalan sayılabilecek Fabregas. Tüm bunların üstüne Messi diye bir adam var, uzun uzun bahsetmeye gerek yok, tüm dünya onu en iyi olarak kabullenmiş. Maç başlıyor. Pozisyon üstüne pozisyon, hayatımda görmediğim kadar yoğun bir baskı var çok güvendiğim Arsenal kalesinin üstünde, o meşhur paslardan üç tane üst üste yapamıyorlar. Devleşen kaleci falan derken, maç dengeleniyor, hamle üstünlüğü Arsenal’e geçiyor biraz da olsa. Barcelona’nın golleri üst üste geliyor, sonra bir geri dönüş, penaltı, kırmızı kart, hırsından sakat sakat oynayan Cesc’in yüz ifadesi derken futbola doyuyorum.

Açıkça Arsenal taraftarıyım diyebilirim ama maçın ilk 15–20 dakikasında bize yaşattıkları için Barcelona’ya ayrıca teşekkür etmek isterim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder