Öncelikle sonuç almak adına futbolu defansif taktik savaşlarına dönüştürmeyen, futbol oynamayı düşünen zihniyeti takdir ettiğimi belirtmeliyim. Örneğin, Arsene Wenger’e burdan teşekkürlerimizi iletelim.
Ancak, Arsenal örneğinde olduğu gibi, bu Barcelona'ya karşı sadece futbol oynamayı düşünmek, güzel futbol izlemek isteyen izleyicileri tatmin etmek uğruna, kendi takımını kurban etmekten öteye geçmiyor.
O zaman Los Galacticos El Clasico’yu almak istiyorsa, Barnebau’da bir futbol şovu sunabilmek adına sezon başı harcadığı paralara ironik olarak defansif anlamda bir farklılık yaratmak durumundaydı.
Kendimi Pellegrini'nin yerine koysam, maç öncesi düşüncelerim şu şekilde olurdu:
“Hafta içi, Arsenal’in kendi futbol felsefesinden ödün vermeden, futbol oynamayı düşünerek, göz göre göre, çaresizce turu kaybettiğini gördüm.
Elimde Barça’yı yakın zaman içinde hem sonuç hem de oyun olarak bozmuş, Hiddink’in Chelsea’si gibi, sonuç almak üzere hazırlanmış, Arsenal’in felsefesiyle tamamen zıt felsefede olan bir takım örneği var.
Ben belki yetenek olarak Arsenal’dan daha üstün futbolcu topluluğuna sahibim ama Barcelona takım olarak sanki “top” kendi malıymış gibi davranıyor, topu karşı rakibe vermeye niyetli değiller ki ben kendi futbolumu oynayabileyim.
Elimde de zaten tek hedef kaldı: La Liga şampiyonluğu, ben de sonuç almak istiyorum.
O zaman Chelsea’yi örnek alabilirim."
Peki Chelsea o gün ne yapmış? İnceleyelim bakalım:
- Öncelikle müthiş bir taktiksel pozisyon disiplinine sahip, devamlılığı olan 10 tane, yüksek konsantreli futbolcu topluluğu oynatmış.
- Oyunu abartısız 25-30 m’de oynamışlar. Sahada top sürmeye müsait bir alan bırakılmamış.
- Önde pres yaparak, gerektiğinde sert oynayarak Xavi ve Iniesta’ya top iletimini büyük oranda engellemişler.
- Barcelona gibi kanatlara indiğinde, korner olduğunda bile orta yapmayı reddeden bir takımı, topa vurmak zorunda bırakmışlar.
Aslında maç öncesi Pellegrini’nin kendisinin de bu düşüncelerden farklı bir görüşe sahip olduğunu düşünmüyorum. Real Madrid Chelsea’nin defansif sistemini uygulamaya kesinlikle bir nebze olsun yeltendi, özellikle ilk golü yiyene kadar en azından orta sahada Barca’ya hakimiyeti bırakmadılar, bir şekilde kaos yarattılar. Barcelona’nın Iniesta’sız olması, Dani Alves – Messi ikilisinin bozulması da işlerine yaradı. Dar alanda oynayarak, Barca’ya uzun süreli top kullanma imkanı da vermediler, böylece yorulmadılar.
Hatta kendi futbolcularının ofansif anlamda Chelsea’den daha yetenekli olmasından güç alarak, Pellegrini’nin Real Madrid’e güzel futbol anlamında kattıkları ile beraber ofansif çeşitliliği de sağladılar. Herkesin gereksiz yere Messi’yle karşılaştırıp, maç sonucuna göre yorum yaparak değerlendirdiği Ronaldo, bence eksiksiz bir futbol oynadı. İyi bir fizik güçle, son derece işine konsantre bir şekilde takımı ayağa kaldırabilecek, sürükleyebilecek olumlu tercihleri yaptığını gözlemledim.
Yenilen her iki golün de Real Madrid’in Chelsea’nin sahip olduğu kadar devamlı, taktisel disiplini içine sindirmiş, iyi konsantreli olmasını bekleyemeyeceğimiz futbolculara sahip olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Ayrıca Xavi ve Messi’nin en büyük özelliklerinin “en ufak bir hatayı affetmemeleri” olduğunu söyleyen Arsene Wenger’in görüşleri bu maçta da önem arzetti. Gol dakikası olarak çok ters iki anda iki gol yenildi.
Açıkçası Real Madrid hem defansif hem ofansif oyun olarak yapabildiğini yapmaya çalıştı. Arsenal’in Nou Camp’ta bulduğu ilk gol nasıl hiçbir değer taşımadıysa benim nazarımda, tam ters olarak, Real Madrid’in Barnebau’da ilk golü bir şekilde bulmuş olması, çok büyük avantaj olabilirdi Real adına.
Çoğu futbol izleyicisinden farklı olarak, bu maçta olumlu konuşulmayı Real Madrid’in Barcelona’dan daha fazla hakettiğini düşünüyorum. Barca zaten bildiğimiz normalini oynamaya çalıştı, oynayabildiği süreler için zaten edilecek laf yok haklarında. Real’in çabası ve karşı felsefesi bu maç özelinde benim için daha değerliydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder