31 Mart 2010 Çarşamba

Arsenal - Barcelona


Bu iki takım en son karşılaştıklarında da bir hayli heyecanlanmıştım. Ama bu sefer başka. 2006'daki final karşılaşmasında beni heyecanlandıran Arsenal'in şampiyonluğu, Henry'nin kupa kaldırması gibi ihtimallerdi. Bugünse mükemmel bir maç izleme beklentisi içinde sabırsızlanıyorum.

İzlemekten en çok keyif aldığım takım Arsenal ile beni her defasında şaşırtmayı başaran gelmiş geçmiş en iyi takım Barcelona'nın maçı var bu akşam. Avrupa'nın en keyifli futbolunu oynayan iki takım karşı karşıya. Bir tarafta en sevdiğim futbolcu Henry'nin oynadığı kulüp diğer tarafta Henry'nin taraftarı olduğu kulüp. Üstüne üstlük bu maçı her zaman diğerlerinden daha kaliteli olan Şampiyonlar ligi platformunda izleyeceğiz. Güzel futbol diye bir kavram varsa eğer, bu akşam doruk noktasına ulaşabilir.

27 Mart 2010 Cumartesi

Yarın Güzel Futbol İzlemek İstiyorum

Rijkaard’ı bir haftanın sadece 90 dakikası boyunca rezil etmek, geri kalan tüm zamanlarda “Helal olsun bu adama!” demek, sezonun geçmişine ait bir özetti benim açımdan.

Ancak artık yarın o 90 dakika boyunca da “Helal olsun!” demek istiyorum.

Söylemlerine, felsefesine, bu ülkeye fazla bir adam olduğu gerçeğine yakışan bir kenar yönetimini, bu kenar yönetimine yakışan bir futbol takımını sahada görmek istiyorum.

Çünkü, bu ülkenin futbol oynama kültürüne sahip tek takımının, bu kültürü içine sindirmiş ve geliştirmeye çalışan futbol adamlarının elindeyken, bu kültüre kendilerini ait hissedip hiçbir zaman ait olmayanlara, bir “futbol nasıl oynanır” dersi vermesinin zamanı geldi.

Futbolsuz Galatasaray – Fenerbahçe maçları izlemekten bıkan taraftarlardanım.

Bizi futbolsuzluğa iten her türlü sebepten sıyrılıp büyüklük gösteren, kafasında yalnız futbol oynamayı düşünen, üst düzey konstantre bir futbolcu ve seyirci topluluğuyla, artık güzel futbol oynamanın zamanı geldi.

Dikkat ederseniz futbol oynamayı düşünen seyirci diyorum, maçı yaşayan, "Saldır Galatasaray” tezahuratından sıyrılmış bir seyirci topluluğundan bahsediyorum.

Umarım zaman yarındır, 10’suz olsak da olmasak da Ali Sami Yen'de futbol istiyorum.

25 Mart 2010 Perşembe

Messi ve Diğerleri



Birkaç sene önce Şampiyonlar ligi kupasını henüz kaldırmış olan Ronaldinho’ya dünyanın en iyi futbolcusu olmanın nasıl bir duygu olduğunu sorarlar. Mütevazı bir cevap gelir. -Ben Barcelona’nın bile en iyi oyuncusu değilim, dünyanın en iyi futbolcusu olmanın nasıl bir şey olduğunu nereden bilebilirim.- Ronaldinho’nun işaret ettiği isim tabiî ki Messi’dir.

Ronaldinho böyle bir açıklamayı kendi ağzıyla yapmamış olsa Messi’nin ondan daha iyi olduğunu kabullenemeyebilirdim. Messi geçen hafta, 7 günde 8 gol atarak yine kendini aştı. Attığı bütün gollerin de birbirinden güzel olması, birkaç tanesini atmadan önce ağızları açık bırakacak işler yapmış olması sonrasında herkes ikna oldu. Messi şu anda dünyanın en iyi futbolcusudur. Birkaç kişi illaki çıkıntılık yapıp Cristiano Ronaldo falan diyecektir ama artık şüphe kalmadı. Messi, Cristiano Ronaldo’yla karşılaştırılmayacak kadar büyük bir futbolcu.
Eksisozluk’te birkaç yıldır süren bir tartışma var. Cristiano Ronaldo’mu, Messi’mi? İkisinin de amansız fanatikleri var, karşılaştırmalarda futbolcuların karakterleri bile ortaya konabiliyor. Ama son günlerde, galip belli oldu. Ronaldo’nun da çok iyi futbolcu olduğu kabul edilerek sonuca varılmış gibi görünüyor. Messi galip. Aşağıda hemfikir olduğum birkaç Eksisozluk yorumu var.

“Ronaldo bir tarzın son modelidir. Sir Stanley Matthews, Garrincha, George Best, Figo gibi kanat oyuncularının son versiyonudur. Bazılarından iyidir, bazılarından değildir. Ama yolu ve tarzı bellidir. Messi; Messi'dir. Maradona ile Johann Cruyff'un karışımı gibidir. Tam olarak kimseye benzetilemez. Ondan önce böyle bir oyuncu yoktur, ondan sonra gelecekler Messi'ye benzetilmek için yarışacaklardır.”

“Cristiano Ronaldo son yıllara damgasını vurmuş bir yıldızdır, Lionel Messi tüm zamanlara damgasını vuracak bir yıldızdır.”

“Ronaldo tahmin edilebilir, Messi edilemez.”

Real Madrid’i desteklemesiyle bilinen İspanyol Marca gazetesi ise şöyle bir başlık atarak Ronaldo vs. Messi karşılaştırmasına son verdi. “Dünya’nın gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu Messi mi?” diye anket başlattı. Marca’nın web sitesinde bile bu anketin sonucu %75 ile evet çıkıyorsa, artık Messi için yaşayan efsane diyebiliriz.

Maradona bu konuda ne düşünür bilmiyorum ama Messi’yi ondan başkasıyla karşılaştıramayız.

19 Mart 2010 Cuma

Futbolcu Hata Yapar



"Binlerce hata yapmana izin veririm ama senin sahada güldüğünü görmek istiyorum."

GUUS HIDDINK


Birçok belirsizliğin üstüne Guus Hiddink’in milli takımın başına geçişi kesinleşti. Çok başarılı bir geçmişi olan bu adamı Milli Takımın başında görmek çok sevindirici! Yukarıda kendisinden bir alıntı yaptım ve bu görüşü örneklendirmek istiyorum.

Bir futbolcunun gülmesi, onun oynadığı oyundan keyif aldığını gösterir. Genelde futbolcuların gol attıktan sonra gülmesine alışığız ama benim değinmek istediğim, bir hata anında da gülebilmek. Burada birçok başarı öyküsünden örnekler verebilirim ancak bu daha sonra bahsedeceğim bambaşka bir yazının konusuna girer. Örnek olarak çok da başarılı bulmadığım Nicklas Bendtner’i gösterebiliriz. Arsenal-Burnley maçında kaçırdığı goller, izleyenleri hayretler içerisinde bıraktı. Sadece kaleye topu yuvarlaması gol için yeterli olan 4-5 tane net pozisyonu harcadı. Ve her pozisyondan sonra “bu kadar basit gol kaçırılır mı?” dercesine gülücükler dağıttı. Hatta Arshavin’in kaçırdığı bir pozisyondan sonra kendisiyle dalga geçercesine bir şeyler söyledi. Kendi hatalarını espri konusu yapan futbolcular görmek bize şaşırtıcı gelebilir, ancak dünyanın en kaliteli liginde bunlar olası görüntüler. Tüm bunların üstüne maçın sonuna doğru oyundan çıkarıldığında Arsenal taraftarının kendisini alkışlaması ise çok hoş ve ince bir davranıştı. Aynı Bendtner üç gün sonra Porto maçında hat-trick yaptı. Olağanüstü işler yapmadı, harika goller atmadı, boş kaleye yuvarladı ama bir maçta üç gol atmak her zaman takdir edilir.


Bendtner’e oyun tarzı olarak benzeyen bir başka oyuncuda bizim ligimizde. Daniel Guiza. İkisi de çok koşuyor, rakip savunmada yararlı delikler açıyor, ceza sahası dışında kontrol ettikleri topları ezmiyor, çok iyi pozisyonlara giriyor; ikisi de çalım atamıyor, ikisi de ceza sahası içinde çok başarılı değil, hızlı karar vermeleri gereken pozisyonları harcıyorlar ve ikisi de çok gol kaçırıyor. İkisinin de ilk 11 oynatılmalarına Teknik direktörler hariç hiç kimse anlam veremiyor. Ancak bir fark var. Bendtner basit bir gol kaçırdığında espri bile yapabiliyor, Guiza ise kendini suçlu hissediyor. Bendtner için futbol oynayabildiği sürece işler kötü gitmeyecektir. Guiza için durum farklı, çok kolay etkilendiği için işler her zaman daha kötüye gidecektir.

Arsenal ve Fenerbahçe’deki futbol ortamını da göz önünde bulundurmak lazım tabiî ki. Bir tarafta dünyanın forvetine en çok yardımcı olan takımlarından biri, diğer yanda kimsenin kimseye hiçbir faydasının olmadığı 11 kişi. Yani Guiza yanlış bir takımda oynuyor. Ortam müsait değil. Bir de beklenti sorunu var. Bendtner sahaya genç yetenek olarak çıkıyor, Guiza pahalı transfer olarak çıkıyor. Tek suçlu var. Guiza’ya gerekenden çok daha fazla bonservis bedeli ödeyerek onu bu kadar ağır bir yükün altına sokan Fenerbahçe yönetimi.

15 Mart 2010 Pazartesi

Futbolcunun Oynadığı Oyundan Keyif Alması Gerektiğini Bilen Bir Teknik Adam


"Binlerce hata yapmana izin veririm ama senin sahada güldüğünü görmek istiyorum."

GUUS HIDDINK, İsviçreli genç ve hırslı bir oyuncu olan Johan Vonlanthen'e...


"Hiçbir şey yolunda gitmediğinde, zorlamaya devam edersiniz. Böyle zorlamak sizi kesinlikle daha kötü bir duruma sokar. Futboldaki en zor şey, işte bu kendine hâkim olma gücüdür."

GUUS HIDDINK

11 Mart 2010 Perşembe

İlker Yasin


Man Utd- Milan maçında ikinci yarıda sahneye çıkan İlker Yasin bizi yine çıldırtmayı başardı.

Nani'nin kendini yeterince gösteremediğini söyleyerek, sezon boyunca tek bir Manchester United maçı izlemediğini gösterdi.

5 dakika sonra maçın en etkisiz adamı olarak Ronaldinho'yu gösterip, sunduğu maçı da izlemediğini ilan etti.

En sonunda Milan'ın mağlubiyetini de Maldini ve Costacurta'nın yaşlılığına bağlıyacaktı ki, sanırım birileri kendisini durdurdu.

Kırmızı Şeytan



Şampiyonlar ligi tüm hızıyla devam ediyor. Çeyrek finalistler belli olmaya başladı ve maalesef Ronaldinho’lu Milan beklediğim sürprizi yapamadı. Ben de Manchester United’ın bileğinin kolay kolay bükülemeyeceğini bir kez daha görmüş oldum.

Alex Ferguson’un büyük maçlarda kullandığı Park ve Fletcher’lı orta saha yine başarılı oldu. (Carrick ve Anderson da aynı etkiyi yapabilirdi) Sir Alex, topu ezmeden, şişirmeden güzel oynayan rakiplere karşı, bu sert olmayan dinamik orta sahayla çıkıyor. Hızlı ve yetenekli kanat oyuncularını beklere yakın oynatıyor. İki kanat oyuncusundan destek alan üçlü orta saha burada kontrollü oynamayı seven rakibi bozuyor. Kapılan toplar da hızlıca rakip sahaya aktarılıyor. Önceki sene yarı finalde Arsenal’i de aynı şekilde bitirmişlerdi. Geçen yıl önemli maçlarda sağ bek gibi oynayan Rooney yerineyse dünkü kilit isim Valencia’ydı. Bir başka hücum oyuncusu Nani de elinden geldiği kadar sol tarafı rahatlatıyordu. Normal şartlarda Valencia’nın oyun tarzı benim futbol görüşüme tamamen aykırıdır. Topu kanatta sıfıra indirip orta yapan ve bunu genel oyun tarzı olarak benimseyen oyuncuları hiç sevmem. Benim izlediğim kadarıyla Valencia da bu tarzda “ortacı” bir futbolcu. Hızlıca adam eksiltip sıfıra inse de, yaptığı ortalar sert ve düzgün olsa da Valencia’nın oyununu izlemek bana keyif vermiyor. Ancak dün izlediğim Valencia çok farklıydı. Gary Neville’a çok yardımcı oldu. Bu sayede Milan’ın sol kanattan ilerlemesini sekteye uğrattı. Alex Ferguson’un taktiğinde hızlı ve yetenekli kanatların tüm gerekliliklerini yerine getirdi. Top önünde kaldığında da hızla ileri çıkıp ezmeden kullandı. Top rakipteyken bir savunma oyuncusu gibi görev bilincindeydi. İki kişilik top oynadı. Sir Alex yıldız futbolculara böyle savunma oynattıkça kolay kolay yenilmeyecektir.

Manchester’da ki bir başka fark ise maç boyunca susmayan seyircisiydi. Normalde sadece pozisyonlara tepki verip maçın seyrine fazla karışmayan Man Utd seyircisi Milan maçında bambaşka bir görüntüye bürünmüştü. Maç boyunca uğultu hiç kesilmedi. Tepkileri maça değil yönetime de olsa oynanan futbolu etkilemediklerini söyleyemeyiz. Kulübün ilk kurulduğu yıllara atfen sarı-yeşil atkılarla yönetimdeki Amerikan Glazer ailesine tepki gösteriyorlardı. Ve bu maçla beraber protestolarına önemli bir figürü de katmış oldular. Reklam dâhisi de diyebileceğimiz David Beckham sarı-yeşil atkıyı boynuna takarak seyirciyi selamladı. Bugün tüm Avrupa manşetlerinde Beckham’ın sarı-yeşil atkılı fotoğrafı var. Hem gündeme oturmak, hem eski takımının seyircisinin gönlünü yeniden fethetmek her futbolcunun başarabileceği iş değil.

4 Mart 2010 Perşembe

Boş Konuşuyoruz


Kasımpaşa galibiyeti sonrası, Galatasaray için felaket senaryoları üretenlerin bir anda şampiyonluk ilan etmelerini hayretle karşılıyorum. Bir maç sonucundan bu kadar etkilenilmesine çok şaşırıyorum. Tamam, Galatasaray’ın maçtaki görüntüsü iç açıcıydı ama maçtaki kırılma noktalarını göz önünde bulundurursak şanslı olduğunu da söylemeliyiz. Mesela Emre Toraman azıcık profesyonellik gösterip golü ofsaytta olmayan arkadaşına bıraksa belki her şey Yılmaz Vural’ın istediği gibi sonuçlanacaktı. Beraberlik daha yeni sağlanmışken Keita’nın fantastik şutunun ağlarla buluşması da sarı kırmızılıların morallerinin fazla bozulmadan oyuna dönmelerini sağladı. Bu pozisyonlar farklı sonuçlansa ortalık Rijkaard’ı gönderelim sayhalarıyla dolacaktı.

Galatasaray’ın Kasımpaşa’ya karşı oynadığı oyunun güzel görünmesinin sebebi Yılmaz Vural’ın uyguladığı hücumsever sistemdir. Sarı kırmızılıların rahat rahat oynamalarına izin verilince yetenekli oyunculardan oluşan hücumcularıyla çok güzel varyasyonlar yaratıyorlar. Buna en büyük katkıyı da geriden ayağa gelen yerden paslarla sağlıyorlar. Neill’ın gelişiyle Galatasaray arkadan pas yaparak çıkmaya başladı. Leo Franco’nun kadrodaki diğer kalecilerden tek farkı da bu zaten. Franco ayağına gelen topları ezmiyor. Rijkaard’ın Franco’yu tercih etmesinin sebebi ayağının düzgün olması. Aynı sebeple Serveti de kesmeye başladı. Emre – Neill ikilisi umut verici. Servet geriden basit pas yaparak çıkma isteğimizi engelleyen bir futbolcu. Emre Güngör uzun süredir oynamadığını göz önünde bulundurursak iyi işaretler veriyor. Beraber oynadıkça hem Emre’nin formu yükselecek hem de ikili birbirlerine alışınca hata oranı da minimuma inecektir. Defansif anlamda Servet gibisi zor bulunur ama yurtdışına transfer olma hayalleriyle formu sürekli düştüğü için ona da alternatif hazırlamak lazım.

Futbolda çok değişken var. Hakem, rakip, zemin, taraftar… En ufak bir şanssızlık, sonuçları büyük ölçüde etkiliyor. Bu nedenle yorumlarımızı sonuçlara göre değil geniş çerçeveden bakarak yapmamız gerek. Örneğin Atletico maçında hakem tarafından göz göre göre yapılan hatalar ortada. Rijkaard arka arkaya iki maçta farklı oyun anlayışıyla çıkarak taktik analiz yeteneğini gösterdi. Kimine göre defansif ve korkak oynayarak turu kaybetmemizi sebep oldu. Bu da bir bakış açısı fakat bence yanlış. Galatasaray’ın Kasımpaşa’ya karşı hücum oyununu çok beğendik ama aynı oyunu Atletico karşısında ortaya koyamazdık. Atletico önde baskı yapıyordu. Bu nedenle yerden çıkamıyorduk. Forvetimiz olmadığı için topu ilerde de tutamıyorduk. Buna rağmen avantajlı olan taraf Galatasaray’dı ve hakem müdahalesi olmasa turu geçen taraf biz oluyorduk. Böylece Atletico maçının suçlusu Rijkaard değil hakem oldu. Bu noktada bir varsayım yaparak sonuçlardan ne kadar etkilendiğimizi ve bir suçlu bulmadan rahat edemediğimizi göstermek istiyorum.

Diyelim ki kale arkası hakemi Caner’in penaltısını vermiş. Penaltıyı kullanan Keita da topu dışarı atmış. Bu moral bozukluğu ile oynadığımız kalan dakikalarda da gol yiyip, turu geçememişiz. Olağandışı bir senaryo değil. Şimdi maçın ardından konuşulacakları hayal edelim. 80.dakikaya kadar maç aynı maç, kadro aynı kadro, hocalar aynı, hakemler aynı,
tribün aynı. Farklı olan tek şey anlık bir hakem kararı. Suçlu kim? Rijkaard. Korkak oynattı, Elano’yu çıkardı, beğenilmeyen Dos Santos’u değil, Ayhanı soktu. (O zamanlar Dos Santos iyi oyuncu değildi. Ama olsun Dos Santos’u boşuna mı aldık biz? ) Hatta Nonda’nın satışına izin vermekle Rijkaard baştan hatalıydı… Böyle onlarca örnek verebiliriz. Bu kadar laf söylenmedi, çünkü hakem yanlış bir karar verdi. Suçlu o oldu. Yani tek bir değişken sayesinde bambaşka konular konuşabiliyoruz. Sonuç; Boş konuşuyoruz.