15 Temmuz 2010 Perşembe

Dünya Kupası'nın Ardından




2010 Güney Afrika Dünya Kupası da bitti. Kim ne dersin ben futbola doydum. Bu güzel turnuvadan aklımda kalan detayları yazmak istiyorum. Vuvuzeladan, Ömer Üründül'den, kötü toptan, ahtapot paulden veya hakem hatalarından bahsetmeyeceğim.

URUGUAY'IN DIEGO'SU


İspanya-Hollanda maçı başlamadan önce Villa'nın ya da Sneijder'in gol atmamasını, üstün performans göstermemelerini diledim sessizce. Çünkü için için karşı çıkmama rağmen bu ikiliden birinin turnuvanın en iyi futbolcusu(altın top) ödülüne layık görüleceğini düşünüyordum. Ne tesadüftür ki son 3 turnuvada ödülü kazanan, finalde kupaya uzanamayan taraftan oluyordu. (2006'da Zidane, 2002'de Oliver Kahn, 98'de Ronaldo) Benim ise gönlümden geçen tek bir isim vardı. Diego Forlan. Uruguaylı diğer futbolcuları da kutlamak lazım ama Forlan bize bir takımın tek başına nasıl yarı finale çıkarılacağını ve aynı zamanda ne kadar alçak gönüllü olunabileceğini gösterdi. Ben hayatımda bu kadar sorumluluk alan ve her seferinde başaran bir futbolcu görmedim. Takımın tüm yükünü taşımasına(korner, serbest vuruş, hem orta saha hem forvet) ve 31 yaşında olmasına rağmen 30 günde 7 maçı böyle yüksek performansla çıkarmasına ayrıca hayran kaldım diyebilirim. Turnuvanın muhtemel yıldızları Ronaldo, Messi ve Rooney maçı evlerinden izlerken Almanya maçında son dakikada kullandığı serbest vuruşta top direkten dönünce yüz ifadesi her şeyi anlatıyordu. Fifa da bu performansa seyirci kalmadı (beni şaşrttılar diyebilirim) ve çok istediğim gibi altın topu Forlan'a teslim etti. Böylece Wikipedia'da ismi geçecek, onu sadece elinden geleni fazlasıyla yapan adam olarak değil yıllar sonra da bu kupanın en iyi oyuncusu olarak hatırlayacağız.

Turnuvanın en sevilen takımlarından biri olan Gana (basit futbolun güzelliği) ile Uruguay'ın maçında Luis Suarez'in efsanevi el müdahalesi de unutulmazlardandır. Hem penaltı yaptırıyorsun, hem takımını 10 kişi bırakıyorsun üstüne rakip 120.dakika'da penaltı kaçırıyor, sen de kahraman oluyorsun. Böylesi bir daha denk gelmez. Bir diğer penaltı hikayesi de İspanya-Paraguay maçından. Maçtan önce, aynı dakika içerisinde iki ayrı kalede penaltı çalınacak, ikisi de kaçacak deseniz kim inanırdı size?

Messi'nin, Sneijder'in, Casillas'ın sonuçtan etkilenerek akıttığı gözyaşlarının yanında, ulusal marşı okunurken ağlayan bir futbolcu da vardı bu dünya kupasında. Kuzey kore'li Jong Tae-Se. Tüm dünyaya sevimsiz gösterilmeye çalışılan bir ülke, bu sayede azda olsa sempati
kazanmıştır belki de?

Final maçı ise kazanma arzusunun insanlara neler yaptırabildiğini gösterdi bize. Yıllardır güzel futbol oynayan, göze hoş gelen futbolun çıkış noktası sayılabilecek Hollanda, bu işi kendisinden daha iyi yapanla karşılaşınca, kendi felsefesinin tam aksini, oynatmamayı seçti. Hollanda’nın topu İspanyolların elinden alamayacağı için bu yolu seçmesi normal ancak beni asıl şaşırtan işi sertliğe dökerek İspanyayı sindirmeye çalışmaları oldu. Sertlik dozunu o kadar kaçırdılar ki, ilk yarıyı 11 kişi tamamladıkları için hakeme teşekkür etmeliler. Güzel top oynayan takım olarak kabul ettiğimiz Hollanda, hasret kaldığı kupayı işi çirkinleştirdiği maçta kazansaydı çok üzülürdüm. Geçen hafta Finale çıkan iki isme güvenerek “Kupa bizim” yani iyi oynayanların olacak demiştim. Çok erken konuşmuşum. Maalesef son maçta Hollanda bizim tarafta değildi. Neyse ki en kıymetli gol yine Iniesta’ya nasip oldu. Sanırım, İngiliz hakem Howard Webb’in de yaptığı gibi, futbol tanrıları bu çocuğa diğerlerinden daha adil davranıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder