20 Temmuz 2010 Salı

Gülümseyen Futbolcular




Futbolun endüstriyelleşmesi, yabancı sermayelerin para saçması futbolseverleri endişelendirecek seviyeye geldi son yıllarda. Buna rağmen dünya kupasında, futbolun temeli olan o amatör ruh az da olsa kendini gösterdi. Gana'nın heyecanlı futbolu, Yeni Zelanda ve Kuzey Korelilerin amatörlükleri hoşumuza gitti. Böyle futbol takımlarını görünce aklıma hep aynı sorular takılıyor. Futbolcular bu kadar çok para kazanmasa kulüp futbolu bu kadar ileri seviyeye gidebilir miydi? Ya da tam tersi, futbolcular oynadıkları oyunu sevmese ve sadece iş olarak görürlerse, futbol izlenilebilecek bir spor olmaktan çıkar mı? Yani futbolculara eğlenmeleri için mi para veriliyor yoksa bizi eğlendirmeleri için mi? Bence bu soruların cevabı ortak. Oynadığı oyundan keyif alan adamın, seyirciyi eğlendirmek için daha fazla birşeyler yapmasına gerek kalmaz. Bu oyunu seven sporcu zaten göze hoş gelen futbol oynayacaktır.


Futbolcuların o anda ne düşündüğünü asla bilemeyiz ama yüz ifadeleri çok şey anlatıyor. Çok müsait bir pozisyonda golü kaçırıp, "benim yaptığım da dangalaklık" dercesine haylaz haylaz gülen bir oyuncu görmek beni mutlu ediyor. Diş yapısının da sürekli gülümsemesine katkıda bulunduğuna eminim ama yine de Ronaldinho benim için gülümseyen futbolcu profilinin başını çekiyor. Attığı harika bir ara pasını ayağının altından kaçıran takım arkadaşına sempatik bir gülümsemeyle karşılık vererek oyuna ve takımına yaptığı katkı göz ardı edilemez. Omzuyla iki kişiyi oyundan düşürüp sırtıyla pas verdiğinde yüzündeki muzır ifade hem kendine duyduğu güveni gösteriyor hem de yaptığı hareketin kalitesini artırıyor benim için. Bir röportajında da şöyle diyor: Bana bir top vermeniz dünyanın en mutlu insanı olmam için yeterli olur. Maçlar benim için her şeyin biranda sihirli bir hal aldığı saf keyif anlarıdır.


Futboldan Ronaldinho kadar keyif aldığına inandığım ama bunu mimiklerinde okuyamadığımız oyuncularda var elbet. Bu noktada her zamanki gibi Brezilyalılar çoğunluğu oluşturuyor. Kaka’nın, R.Carlos’un yaptıkları her güzel hareketten, faydalı işten, son derece tatmin olduklarına inanıyorum. Doğaçlama oyunun kralı saydığım İbrahimoviç’in de oynadığı oyundan son derece keyif aldığını açıklamalarında anlıyoruz. Yaratıcılık gerektiren tüm meslekleri aklınızdan geçirin. Aralarında keyif almadan yapılabilen yoktur. Aynı şekilde futbol oynamayı sevmeyen futbolculardan, yaratıcı işler yapmalarını bekleyemeyiz. Ayrıca Zlatan’ın Barcelona’da, Inter’den aldığından daha az bir ücretle oynadığını da hatırlatırsak futbola ne kadar değer verdiğini anlarız. Bendtner ve Arshavin de saha içinde, kaçırdıkları gollerin esprisini yapacak kadar seviyorlar bu oyunu oynamayı. David Beckham da bir çok önyargılı arkadaşı yanıltacak kadar önem veriyor futbol oynamaya. Amerika’da dünyanın parasını kazanırken, orada sezon bitince, sadece futbol oynamak için Milan’a kiralanıyor.


Tuncay Şanlı da parayı değil futbolu seçen gerçek bir futbolseverdir benim gözümde. Fenerbahçe her zaman İngiltere’deki takımlardan daha fazla teklif etmiştir kendisine. Asıl önemli olan ise Tuncay’ın ne kazandığı değil. Bu onun kendi tercihidir. Vurgulamak istediğim şey Tuncay’ın saha içindeki oyun tarzı. Çok hırslı, terini son damlasına kadar akıtan bir futbolcu olmasına rağmen yüzünde gülümseme eksik olmaz. En kritik anlarda bile yüzünde sempatik bir ifadeyle oradan oraya koşturur. Berkgamp’ın Newcastle maçındaki meşhur dönüşünü, çalımını bilirsiniz. Premier ligin sıkı takipçisiyim, Tuncay’dan başka kimsenin bu hareketi denediğini görmedim. Tuncay futbol’u bu kadar sevmese bu riskli harekette bu kadar ısrar etmezdi. Üç kere denedi, golü yapamadı ama yinede takdirleri topladı. Manchester maçında o güzel dönüşü yapıp iki kişiyi oyundan düşürdükten sonra topu kaleciye kaptırınca yine gülümsedi mi bilmiyorum. Takımımız yenilirken sahada sırıtan oyuncu istemiyoruz diye bağıran Fenerbahçe taraftarlarını hatırlayınca da Tuncay’ın Türkiye’den ayrılışına daha çok seviniyorum.


Oynadıkları futboldan keyif alan futbolcuları fark etmemde en önemli rolü Thierry Henry oynamıştı bir zamanlar. Gülümseyen futbolcular oynarken eğlendikçe biz daha çok eğleniyorduk. Ben de sırf bu sebeple Henry’i diğerlerinden ayrı tutuyordum. Henry bir açıklamasında şunları söyleyerek kendini daha çok sevdirmişti bana: Performansım üç büyük ligin büyük takımlarında oynayamayacak kadar düşerse, diğer liglerde oynayacağıma futbolu bırakırım. Henry bu felsefesi sayesinde doğaçlama futbolun kitabını yazmıştı. Ne zaman ne yapacağını tahmin edemiyordum. Futbol oynarken keyif aldığı için yaratıcılığını da sonuna kadar kullanıyordu. Onu izlerken müthiş keyif alıyordum. Ne yazık ki geçen hafta Henry’nin transfer haberini aldık. Amerika’ya, futbolun en az değer verildiği ülkeye transfer oldu.( Gol görebilmek adına, kale arkası biletlerinin daha değerli olduğu bir yer.) Ve bunu büyük liglerde hala oynayabilecekken yaptı. Ne kadar para kazandığı umurumda bile değil. Bu saatten sonra kendime yeni bir “en sevdiğim futbolcu” arıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder