27 Ocak 2010 Çarşamba

Taktik Disipline Uyma Sevdasının Getirdiği Statiklik

Frank Rijkaard ve Johan Neeskens takımın başına geçtiğinden beri, işleyişinden şüphe duymadığımız en önemli kaide; takımın antrenmanlarda çok çok iyi çalışıyor ve çalıştırılıyor olması. İzlediğimiz her Galatasaray maçında antrenmanların içeriği ve neler çalışıldığı hakkında ipuçlarıyla karşılaşıyoruz. Bu ipuçları ilginç bir şekilde, yapılan antrenmanlar ve bunun karşılığı olan taktiğimizle, oynamak istediğimiz düzenle ve bu süreçte yaşadıklarımızla ilgili daha öncede farkında olduğum fakat varlığından emin olmadığım bazı gerçekleri görmemi sağladı.


Taktik antrenmanlarda, gol atma anlamında büyük avantaj sağlayan duran top organizasyonlarının sonuca yönelik ciddiyetle ve yaratıcılıkla çalışılmasının yanında, kimle nereden hücuma çıkılacağı, top sahanın belli bir bölgesine gelince pas tercihinin ne yönde kullanılacağı, topun yönünün değiştirilme zamanı, oyuncuların topla nerede ve ne zaman buluşması gerektiği, defansif ve ofansif anlamda oyuncuların topun yönüne göre hareketlenerek topsuz oyunda bulunmaları gerektiği pozisyonlar, ofsayt taktiğinin uygulanışı, oyuncuların yapması gerektiği boş koşular gibi ayrıntıları tek tek ele alıp maçları bir anlamda pozisyonlara böle böle çalışıyoruz. Zaman zaman oynadığımız kötü futbolun, idmanlarda çalıştığımız taktik disiplinine, teknik direktörün verdiği direktiflere tamamıyla uyma sevdamızdan kaynaklandığını düşünüyorum. Oyuncu, pozisyon alacağım yeri ve topu atacağım yeri hesaplayayım, taktik disipline uyayım, taktik antrenmanlarda uyguladıklarımı hatırlıyayım derken, belkide farkında olmadan robot gibi oynuyoruz. Sorumluluk almadaki eksiklik, maça ağırlık koyma eksiği doğuyor. Oyun esnasında, antrenmanlarda çalışılanlara yoğunlaşıp o disipline sıkıca sarılmaya çalışıyorlar. Haksız da değiller. Sonuçta birçok oyuncunun belki de hayatında ilk defa karşılaştığı bir oyun düzeni ve bu düzene yönelik bir taktik disiplini deniyor bu takım.

Ama duran toplar dahil, golü bir şekilde bulmamamızı sağlayan da bu taktik disiplin olsa gerek.


Skibbe döneminde küçümseyemediğimiz takımlarla yaptığımız maçlarda, Lincoln liderliğinde, futbolcuların hücumdaki rahatlığı, saha içindeki serbestlik, pas, pozisyon alma gibi tercihlerde statik değil anlık kararlar veriyor olmaları, futbolcuların daha fazla sorumluluk almasını ve kısa vadede muhteşem oyunlar çıkarmamızı sağladı.

Geçen seneki "serbest oyun" fikrinin tam karşısında durarak, taktik idmanların pozisyonlar halinde çalışılması, maçların pozisyonlara bölünmesi, yani "statik oyun" uzun vadede makine düzeninde ezbere oynama alışkanlığı kazandırabilir. En azından bunun için uğraşılıyor. Şu ana kadar taktik disiplin hassasiyetinin bize kattığı tek şey “bir şekilde gol bulabilmek” oldu. Buna karşılık bu durumun takımdaki yaratıcı potansiyeli düşürdüğü, hızlı ve akıllıca oynamamızı engellediği, bu sebeple göze hoş gelen futbolu tam anlamıyla sergileyemediğimiz gerçeği de gün gibi ortada.

Son oynadığımız Antep maçı, ligin ilk yarısında disipline olmuş takımımızın statiklikten kurtulmaya başladığını, kendi özelliklerinin farkında olan ve aynı zamanda öğrendiklerini uygulamaya çalışan futbolcular topluluğu olmaya yönelik çok olumlu sinyalleri almamızı sağladı. Statik oyuna yol açan taktik disiplin hassasiyetinin, defansif anlamda bizi olumlu etkilediğini, ofansif anlamda ise topun bizde kalması yönünde katkı sağladığını belirtelim. Bu oyun şeklini serbestlikle harmanlayarak, topu ayağına alan her futbolcumuz, taktik disiplin içerisinde, belli çizgilerde sorumluluk almaya çalıştı. Özellikle biz güzel futbola gönül vermiş, futbol sevdalıları açısından Caner'i izlemek müthiş zevkliydi. Ancak ben, Rijkaard'ın top kaptırmamıza neden olan bazı hareketlerinden memnun olmadığını da düşünüyorum. Eminim Rijkaard, Caner'in bireysel oyununu değil, Keita ile Sabri arasında başlarda olmayan, şimdi üst düzeye varmış bağlantının benzerinin Caner, Hakan ve Arda üçgeninde şekillenmesini tercih edecektir. Kafamda tek soru işareti hem sorumluk almayı ve hem de taktik disipline uymayı o gün en çok beceren futbolcu olan Elano'nun oyundan çıkması oldu. Uğur aynı tip sahada daha önce yaşamış olduğu kötü tecrübenin etkisinden kurtulduğu ikinci yarıda, Elano'nun ardından Rijkaard'ın istediği tarzdaki 2. futbolcuydu galiba.

"Taktik anlamda serbestlik hakkını futbolculara tanıyarak maçlarda çok iyi oynamak ve kısa vadede güzel, göze hoş gelen oyunu yakalamak" Rijkaard'ın bize geliş sebepleriyle çok da uyuşmuyor. Bu yüzden, ne kadar kızsak da eleştirsek de durumu böyle değerlendirip, biraz daha sabretmeye gayret göstereceğiz. Ama gördüğümüz yanlışlıkları da söyleyeceğiz. Günün bizim günümüz olduğu zamanlar çok da uzak olmasa gerek.

21 Ocak 2010 Perşembe

Futbol Kültürümüzün Sembolü


Trabzonspor futbolumuzun en başarılı 4 takımdan biri ve başarılarla dolu 43 yılı devirdiler. Trabzonspor Inter, Liverpool, Barcelona gibi takımları evlerine elleri boş göndermiş bir takım. Futbol kültürümüze sonradan eklenmiş gibi görünen ancak tarih, başarı oranlaması yapılsa belki de ilk ikisine girecek takımdır. 2003-2004 ve 2004-2005 senelerinde ligde ikinci olarak bunu genç kuşağa da gösterdiler. Trabzonspor aynı Galatasaray gibi, futbol kültürüne sahip ve güzel oyunun ülkenin her yerinde ön plana çıkarılabileceğine en büyük kanıttır. Bu yüzdendir ki Trabzonsporlular Galatasaray’ı kendilerine Beşiktaş ve Fenerbahçe’den daha yakın görürler. Trabzon taraftarı içinde bulunulan durumdan kurtuluşun tekil şahıslara bağlı olmadığını ve sakinliğin, FIFA’nın deyişiyle saygının bütün çözümleri içinde barındırdığını unutmamalıdır.

Bordo Mavililer bildiğimiz gibi 2008-2009 sezonun başında Sadri Şener önderliğinde çok geniş çaplı bir operasyon başlattı. Takımdan 20’nin üstünde futbolcu gönderip 24 tane transfer yaptılar. Sorunlar, takımın çehresini değiştirerek aşılmaya çalışıldı ve bu operasyon daha ilk senesinde meyve vermeye başladı. Trabzonspor, içinde birçok sorun yaşamasına rağmen bol pozisyona giren bir takım halini aldı ve ligi Fenerbahçe ve Galatasaray’ın önünde üçüncü bitirdi. Bu sene başında Hugo Broos’u teknik direktörlüğe getiren yönetim, takımın bu denli hayal kırıklığı yaratacağını beklemiyordu. Daha üçüncü haftadan itibaren Şenol Güneş ve Fatih Tekke isimleri konuşulmaya başlandı. Öyle bir hale geldi ki sanki Fatih Tekke gelirse Trabzonspor inanılmaz bir ivme kazanacak ve ikinci yarının en iyi takımı olacak.

Trabzonspor taraftarının ilk önce bu algıyı değiştirmesi lazım. Çünkü son dönemde Trabzonsporlu bütün oyuncularda aynı şikâyet var: Üzerlerindeki çok büyük baskı. Kim ne derse desin Gökhan Ünal, Türkiye’nin en önemli golcülerinden biri; bunu sadece geçen sene Ankaraspor’a attığı golden bile anlayabiliriz. Gökhan’ın Trabzonspor’da başarılı olamamasının tek sebebi Trabzonspor taraftarının ona gol kaçırdığı her pozisyondan sonra aşırı tepki vermesidir. Bir forvet oyuncusunun iyi olup olmadığını belirleyen en önemli kriterlerden biri pozisyona girip girmemesidir. Bu pozisyonları gole çevirme yüzdesi de bir kriterdir ancak önem sıralamasında daha geridedir. Forvet oyuncusu belli bir süre sonra o pozisyonları tecrübesi ve yeteneği doğrultusunda gol yapmaya başlayacaktır(Youla hariç). Gökhan Ünal Kayseri’de bu süreci yaşadı ve atlattıktan sonra iki sene boyunca aldığı dakika sayısı ile attığı gol sayısını oranladığınızda Semih, Nobre, Anelka, Necati, Ümit Karan, Fatih Tekke dahil olmak üzere Türkiye’de bütün golcüleri geride bıraktı. Gökhan Ünal üzerindeki yoğun baskıdan dolayı takımla yollarını ayırdı. Şenol Güneş de, transfer olması durumunda Fatih Tekke de, bu baskı altında ezilebilirler. Trabzon taraftarının sakin olması ve kötü oynamanın, pozisyon kaçırmanın futbolun doğasında olduğunu hatırlaması gerekiyor.

Örneğin son Trabzonspor-Beşiktaş maçında, Trabzon taraftarının 2-0’lık mağlubiyeti görmezden gelip, takımlarını futbollarından ve mücadelelerinden dolayı alkışlayacaklarını düşünmüştüm. Trabzon taraftarı ise 8-9 tane pozisyon bulup Hakan Arıkan’ı geçemeyen takımları yerine iki pozisyon bulup 90 dakika boyunca sahasından çıkmayan Beşiktaş’ı alkışladı. Bu alkış o futbol kültürünü içine sindiren Trabzon taraftarına hiç yakışmamıştı. Trabzon taraftarının oynanan oyunu bir yana bırakıp gol, skor, galibiyet odaklı düşünceleri hem bunca senelik güzel oyun geçmişlerine hakarettir hem de Türk futbolunun girdiği girdaptan çıkması için yanan son ışıklardan birinin daha yok olması demektir.

17 Ocak 2010 Pazar

Sen de Gel Delgado


Aşağıdaki yazıyı 7 Ağustos 2009'da yazmıştım ama o zaman blogda sorunlar vardı o yüzden yayınlayamamıştık şimdi en azından bir bölümünü yayınlayalım.

Not: O tarihlerde daha Tabata, Elano, Lugano transferleri yapılmamış Edu gönderilmemiş ve Delgado'nun sözleşmesi dondurulmamıştı.


Ligimizin bu sene de kalitesinde bir artış olmayabilir ancak çekişme düzeyinin çok düşeceğini düşünenlerden değilim. Avrupa’da “birkaç büyük takım” dışında takımlar çok haraketli transfer dönemleri geçirmediler. Ligimizdeki yöneticiler ise bunun aksi bir tutum sergilediler. Hala yabancı transferini bitirdiğini açıklayan takım olmadı. Burada en ilginç tavırı Fenerbahçe ile Beşiktaş gösteriyorlar aslında. Çünkü onların dışında yabancı hakkı dolu olup, yabancı oyuncu almak isteyen takım yok. Bu takımlardan Beşiktaş yaklaşık bir aydır birinci kaptanı Delgado’nun sözleşmesini 6 aylığına ya da 1 yıllığına dondurmaya ikna etmeye çalışıyor. Delgado ise büyük ihatimalle eğer dondurursa sözleşmesini bir daha tekrar aktif hale getirmenin çok zor olacağını bildiği için bu teklife sıcak bakmıyor. Zaten diyelim ki Delgado bunu kabul etti ve Beşiktaş bir yabancı oyuncu transfer etti Delgado’nun bölgesine, Ocak'ta veya gelecek senenin sonunda Beşiktaş’ın elinde 9 yabancı olmuş oluyor. Yine büyük ihtimalle 2-3 yabancı oyuncu transfer etmek isteyeceklerinden (bundan azıcık bir şüphem yok) 3-4 oyuncu göndermek zorunda kalacaklar. Halbuki o yabancı oyuncuyu kiralık alsalar veya Türkiye’deki takımlardan birinden bir Türk oyuncu transfer etseler hem Delgado’yu çabucak ikna ederler hem de sorunları minimuma indirirler. Yani şimdiden şampiyonlar liginde oynayacak yabancı oyunculardan 3-4 tanesi seneye yok.


Şu an Beşiktaş'ın içinde bulunduğu durumu düşünürsek pek bir yorum yapmamıza gerek yok.

9 Ocak 2010 Cumartesi

Galatasaray Olgunlaşıyor


Galatasaray son dönemlerde rakiplerine çok komik pozisyonlar veriyor. Özellikle, ofsayt taktiğinin, oyuncular arasındaki uyumsuzluğu gösterdiğini düşünüyoruz. Ancak önemli bir şeyi gözden kaçırıyoruz galiba; bu takım kalıplarından çıkmaya çalışıyor. İşte tam bu noktada Rijkaard- Barcelona- Guardiola üçgeninin içine girmemiz gerek.

2000'li yılların en büyük spor olayı mı, değil mi diye tartışılan bir Barcelona gerçeğiyle karşı karşıyayız. Birçoğuna göre Barcelona kadrosu, takımlı sporlarda dünyanın gelmiş geçmiş en iyi takımı olarak görülüyor ve bu takım bu futbolu geçen sene La Liga'nın dördüncü haftasından itibaren oynamaya başladı. Böyle sağlam ve güzel bir futbol oynayan bir takımın ligin hemen 4. haftasında bu düzeye erişmesi herhangi bir futbol mantığına sığmaz. Bir başka deyişle bu takımın temeli "birileri" tarafından atılmış ve Guardiola bu temellerin üstüne mükemmel bir futbol yapılanması kurmuştur.

Rijkaard ve ekibinin oynatmayı istediği sistem, şu an Guariola'nın Barcelona'da mükemmelleştirdiği ve dünyayı ayağa kaldıran sistemden başkası değil. Barcelona şu an dünyanın oynanabilecek en zor sistemini oynuyor. Çünkü bir takım bu sistemde, top rakipteyken kendini kaybetmişçesine agresif oynarken, top kendisine geçtiğinde inanılmaz bir sükunete ve yardımlaşmaya geçmeli. Yani Sabri veya Barış rakibinin üstüne her zaman yaptıkları gibi şuursuzca saldırırken, bir anda top kendilerinde kaldığında saliseler içerisinde karakter değiştirip sakin bir şekilde arkadaşlarının yaratacağı 4-5 alternatiften birini seçecekler. Galatasaray 2007-2008 sezonunda, Rijkaard'ın oluşturmaya çalıştığı sistemin savunmaya dayalı yönünü Feldkamp'la beraber oynadı. Bu sitemin hücuma dayalı yönünü ise geçen sene Skibbe'yle beraber oynadı. Ancak ilkinde Galatasaray defansif olarak oynadığı (tabiri caizse) "kaos futbolunu" hücuma da yansıttı. Skibbe'yle beraber ise hücumdaki sakinliği ve sabrı savunmada da gösterdi. İki Alman hocanın Rijkaard'tan eksiği oyun içinde "saliselik karakter değişimleri" olmaması. Aslında bu değişimlerin özellikle ikinci Panathinaikos maçından beri ciddi bir şekilde ortaya konulduğunu ve böyle hücum oynamaya başlayan takımların defansif anlamda pozisyon oyununu oturtmasının zaman aldığını söyleyebiliriz.

Galatasaray ligde oynadığı son iki maçta, bizim deyişimle "ofsayt taktiği" sonucunda, Rijkaard'ın deyişiyle "pozisyon oyunu" sonucunda 6 çok net pozisyon verdi. Oyuncuların maçtan sonraki açıklamalarına ve verdiği röportajlara yer verirsek Hakan Balta'dan Arda'ya, Ayhan'dan Mustafa Sarp'a hepsi "Teknik ekibin kararıyla mı ofsayt taktiği yapıyorsunuz? Yoksa bu sizin maç içinde aldığınız bir inisiyatif mi?" sorusuna "Biz önde oynamaya çalışan bir takımız. Bu yüzden defans oyuncularımız savunmayı önde kuruyor" yanıtını veriyorlar. Galatasaraylı oyuncuların da söylediği gibi takım bu sistemi uygularken futbolun temel ilkesini yerleştirmek zorunda. Maç içerisinde en son oyuncu(santrfor) ile defans arasında en fazla 35-40 metre olması gerekiyor. Bir başka deyişle Baros ile Servet arası ne kadar daraltılabiliyorsa o kadar daraltılmalı çünkü rakip ilk adamı ekarte ettiğinde hemen arkasında bir adam daha belirmeli. Bunu uygulamak için tabii ki de savunma önde kurulmalı ve savunma oyuncuları uyum sorununu hallederken ofsayt tuzağını rakibine uygulamalı.

Galatasaray'ın uygulamaya çalıştığı bu oyunu bir kısım futbolsever arkadaşlar çağdışı buluyor, başka bir kısım ise oyuncuların sakat olduğu bir dönemde bu uygulamanın gereksiz olduğunu düşünüyorlar. Öncelikle çağdışı olduğu düşünülen taktiğin, en iyi uygulayıcısının 2009 senesini 6 kupayla kapattığını belirtmeliyiz. Barcelona'nın maçını izlerken lütfen İbrahimoviç ile Puyol-Pique ikilisine dikkat edin. İbrahimoviç ne kadar ileri giderse defans ikilisi de yarı saha çizgisini geçmeyecek şekilde ileri gidiyorlar. Servet, Gökhan Zan ikilisinin bunu beceremeyeceği iddia edilebilir ama zaten Galatasaray'da Barcelona'nın sadece oyun yapısını almaya çalışıyor(Arda da Messi değil). Bazı kısım arkadaşların ise teknik ekibe "Eğer Caner-Hakan Balta-Servet-Uğur savunma dörtlüsüyle oynuyorsan bu sisteme ara ver" çağrısı var. Bir teknik direktör gözüyle bakıldığında böyle bir şeyin mümkün olmayacağını göreceklerini düşünüyorum. Çünkü bir teknik adamın iki ay bütün antrenmanlarda çalıştırdığı sitemi sırf oyunculardan bir kaçı sakatlandı diye değiştirmesi her şeyden önce kendisine ve futbol görüşüne hakaret etmesi demektir.

Bu açılardan bakıldığında Galatasaray'ın iyi bir yolda olduğunu ve bu gelişme sürecinde sancılar yaşamasının olağan olduğu anlaşılabilir. Galatasaray'ın ikinci Panathinaikos ve takip eden maçlardaki hücum futboluna ve rakiplerini kaç defa ofsayda düşürdüğünü gösteren istatistiklere bakarsak iyi yolda olduğunu görebiliriz. Galatasaray bu sene şampiyon olamayabilir, Athletico Madrid'e de elenebilir. Ama önümüzdeki senelere iyi bir Galatasaray istiyorsak tek yapmamız gereken şey sabretmek ve istikrara ulaşmak.