15 Ekim 2010 Cuma

Görünen Köy Kılavuz İstemez

Öyle bir milli futbol takımımız var ki Almanya’ya kaybedince ulus olarak derin bir üzüntüye bürünüyoruz, Azerbaycan’a kaybedince yine ulus olarak hep bir ağızdan “Görünen köy kılavuz istemez”, böyle olacağı belliydi diyoruz.


Aslında 2002 Dünya Kupası’nda üçüncülüğü elde etmemizi normal gören, dünya kupasını alamayışımıza sinirlenen ve üzülen, bu dünya kupasının ardından 2 tane uluslar arası büyük turnuva kaçırmamızı normal karşılayan(!) ve ardından gelen 2008 Avrupa Şampiyonası’nda alınan yarı final başarısını yetersiz gören zihniyetin de yine aynı futbolsever halkımıza ait olması gerçeği, sanırım ilk paragrafta belirttiğim, bu 5 günlük periyottaki ruh halimizin, yaklaşık 8 senedir değişmediğini gösteriyor.

Günlük hayatta işleyişini, yapılışını, sistematiğini öğrendiğimiz, keşfettiğimiz, bir anlamda doğrularını elde ettiğimiz her işin, bu doğruları uygulamaya koyduğumuz anda, bir sıçrayışta olgunlaştığını gözlemleyebiliriz. Ne zamanki işi daha verimli ve etkili kılacak bir plan yaparız ve bu planı kendi farklılıklarımız ve yaratıcılığımız doğrultusunda düzenleriz, ancak o zaman bu işte bir başarı elde etmemiz mümkün olur.

Türkiye futbolun doğrularını Jupp Derwall ile öğrendi. Bir plan yapıldı. Zaten teknik kapasitesi yüksek olan Türk futbolcular, sıcakkanlı yaratılışlarını “alan daraltarak hücum pres yapmak” üzere kullanıp biri kulüp düzeyinde biri de milli takım düzeyinde iki büyük uluslar arası başarı elde ettiler.

2002 Dünya Kupası’nda elde edilen üçüncülük, yaklaşık 20 yıl önce yapılan planın zirve noktasıydı. Belki dünya kamuoyu bizim bu başarımıza şaşırdı, ancak milli takımının bir plan doğrultusunda ilerlediğinin farkında olan Türk halkı, kupayı alamayışımıza üzüldü, üçüncülüğe kimse fazla sevinmedi.

Ben Türk halkının o zamanki başarı karşısındaki vakur tepkisinde, Türk futbolunda bir planın var oluşunun önemli etkisi olduğunu düşünüyorum. Yine 8 sene içerisinde elde edilen başarılar ve başarısızlıklar karşısındaki Türk halkında gözlemlenen ironik ve heyecanlı tepkileri bir planın var olmayışına bağlıyorum.


Mesela 2008 Avrupa Şampiyonası elde edilen yarı final başarısına rağmen bu başarının plansız olduğunu gösteren birçok örnekle doluydu. Teknik direktör Fatih Terim şampiyonadan 2 hafta önce sahadaki dizilişimizin(!) turnuvada 4-3-3 olacağını açıkladı. Bu turnuvaya gelene kadar, herhangi bir resmi veya hazırlık maçında denenmemiş bir dizilişle büyük bir turnuvada sahaya çıkmak, plansızlığın ne ölçüde olduğunu açıkça gösteriyordu. EURO 2008’de milli takımın açık ara en değerli oyuncusunun(Arda), turnuvanın ilk maçında Portekiz’e karşı oyuna bile alınmayışı yine plansızlığa güzel bir örnek teşkil ediyordu. Alman milli takım hocası Löw’ün yarı final maçı öncesi, “Türkiye’ye karşı önlem alamıyorum, çünkü bugünkü maça kadar hangi sistemle, ne oynadıkları konusunda bir fikir edinemedim.” açıklaması da plansız olduğumuzun bizden olmayan biri tarafından dile getirilmesi açısından önemliydi.

Sanırım ülke olarak başarılar veya başarısızlıklar karşısında makul tepkiler gösterebilmemiz için ve dünya futbolunda şu an olduğumuz yerden daha saygın bir konuma yükselebilmemiz için, “ne zaman ne yapacağı kestirilemeyen” bir milli takımdan ziyade “ne zaman ne yapacağı belli olan” istikrarlı bir milli takım oluşturmamız gerekiyor.

Bunun için de “günümüz futbolunun Derwall’i” Hiddink bizimleyken futboldaki yeni doğruları öğrenmemiz ve bir plan yapmamız gerekiyor.

Bu doğruları öğrenme yolunda 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası’na veya 2014 Dünya Kupası’na gidemezsek, ancak bir plan yaptığımız hissiyatı oluşursa, 2016’da elde edeceğimiz büyük başarının ardından vakur bir Türk halkı bulabileceğinizden emin olabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder