12 Kasım 2009 Perşembe

Kısır Derbilerimiz


Bu yazıda “derbi” kelimesini aynı şehrin iki takımının maçı anlamında değil, şampiyonluğa oynayan favori takımların maçları anlamında kullanacağım.

Geçen hafta Fransa liginde Lyon-Marsilya derbisi vardı. İki takımda 5’er gol attı. İkisi de şampiyonluk adayı takımlar. Canlı yayınlanan, haftanın maçı sayılan bir maç 5-5 bitti. 10 tane gol atılmış bir maçtan futbolu hiç sevmeyen biri bile çok zevk alır. Bol gollü bir maçta kötü futbol oynanmış olamaz. Çünkü maçtan sonra akılda kalanlar, fauller, hatalar vs. değil gollerdir.

Şimdi her iki takımın taraftarını maçı izlerken hayal edelim. Önce yenik duruma düşüp 10 dakika sonra öne geçmek, maç bitene kadar sonuçtan emin olamadan acaba galip gelecek miyiz merakıyla hop oturup hop kalkarak maç takip etmenin heyecanını bir düşünün. Bir de bu üst seviyedeki heyecan dalgasının 90 dakika boyunca artarak devam ettiğini hayal edin. Bir futbolsever için bu maçı izlemiş olmak büyük şans. Bir taraftar içinse tarif edilemez bir duygu olmalı. Marsilya ya da Lyon taraftarı olup bu maçı öyle izlemek isterdim.

Bizim derbilerde ise tüm taktikler yenilmemek üzerine kurulu. Buna rağmen maçın başında gol olmayan derbi hemen hemen yok gibi. Golü yiyince de tüm taktikler fark yememeye yönelik oluyor zaten. Kimse karşı takımın üstüne gitmiyor. Bizim derbilerde önemli olan yenilmemek. Bu mantalite de kötü futbolu doğuruyor. Taraftarlık duygularımız olmasa her sene bu maçları izlemeye tahammül edemeyiz.

Ben Fenerbahçe – Galatasaray maçlarını keyifle değil, sanki görevimmiş gibi izliyorum. Maçın sonucu dışında hiçbir şey beni ilgilendirmiyor. Oysa maçlarda bol gol olsa maçın sonucunun pek önemi kalmaz. Taraftarı olduğumuz takım çok güzel top oynasa, karşı takım da aynı yüksek performansı gösterse ve 4–3 yenilsek üzülür müyüz? Belki birkaç gün sonra kaçan bazı goller için hayıflanırız ama maç bitiminde kimsenin üzgün olacağını sanmıyorum. Maçın heyecanı maçtan sonra da sürer ama olumlu bir şekilde sürer. Maçın heyecanı, tadını damakta bırakır. Sinemada güzel bir film izlediğinde bir süre etkisinde kalır ya insan, film mutlu sonla bitmese de, izlemiş olmak güzeldir. Aynı şekilde maçın sonucu da tatmin edici olmayabilir ama o maçı kaçırmamış olmak, o heyecanını canlı canlı yaşamış olmak pek keyiflidir. Diğer bir seçenek ise aynı maçı çok kötü bir oyunla 1–0 kazanmak olsun. Bu maçı izlemiş olmak bize ne kazandırır? Özetlerini izleyip golü orda da görürdük. Neden 90 dakikamızı verelim ki? Oyun güzel olmayacaksa, kimse gol atmaya çalışmayacaksa, futbolun tanımı “22 kişinin bir topun peşinde koşmasına” dönüyor. Oysa bu oyun bu tanımı hak etmiyor.


Bir teorim var(!). Bir gün Galatasaray- Fenerbahçe maçı 4–4 biterse, ne maçtan sonra olay çıkar, ne de bir dahaki maçtan önce gerginlik olur. Kimse harika bir maç ve 8 gol izleyip olay falan çıkarmaz. İnsan 7,8 tane gol izleyip üstüne rakibe küfür edemez, utanır. Ne puan hesabı yapan kalır, ne hakemi tartışmaya müsait ortam oluşur. Belki bir gün yanlışlıkla böyle bir maç oynanır da, Türk futbolunun önü açılır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder