23 Nisan 2012 Pazartesi

Di Matteo: The Dark Lord


 Chelsea'nin menajeri Di Matteo, Harry Potter serisinin kötü adamı Lord Voldemort'a benzemiyor mu?

18 Nisan 2012 Çarşamba

Büyük Futbolcu

Son birkaç haftadır Arjen Robben’i izliyorum. Ağzım açık. Sakatlıklardan başını kaldırdığı gibi döktürmeye başladı. 2012’nin açık ara en formda yıldızı olduğunu söylemek mümkün. Almanya Ligi’ni diğerleri kadar takip etmediğim için, ara sıra Robben izleyince uzun süre dinlemediğim güzel şarkıyı radyoda denk getirmiş gibi seviniyorum. Ve her seferinde, bu şarkıyı daha sık dinlemem gerektiğini anlıyorum. Çünkü bu adam sahada diğer futbolculardan daha büyük görünüyor. Tabiî ki saçının, yüzünün yaşlı göstermesinden veya iriliğinden bahsetmiyorum. Bazı futbolcular vardır, topu ayaklarına aldıklarında takım arkadaşlarının duyduğu güveni hissedersiniz. Skor olarak önde olmak ya da farklı yeniliyor olmak fark etmez, bu adam sahadayken maç hiçbir zaman bitmez. Dakikalar daha uzun, daha faydalı olur. Skor ne olursa olsun maçın iki-üç dakika daha uzamasını istersiniz. Bu tür futbolcuları “yıldız futbolcu” statüsünün bir üstünde, “büyük futbolcu” olarak adlandırmayı seviyorum.

Robben’le başladığımız yazıya diğer büyük futbolcuları eklemeden önce, her övgü yazımızda olduğu gibi Messi ve Ronaldo’ya selam söylüyoruz.

Büyük futbolcu derken tam olarak ne kast ettiğimi daha iyi anlatabilmek için bir isim veriyorum şimdi. Steven Gerrard. Sahadaki karakteri, hiç de azımsanmayacak yeteneklerinin çok üstünde olan bir kaptan. Sahanın her yerinde, iki yönlü değil her yönlü top oynamak gibi kavramların sınırlarını zorlayan bir adam. Sanki beline takılı bir halatla takımın geri kalanını çekiyormuş gibi etki bırakan, gerektiği anda sorumluluğu tamamıyla üzerine alan ve başarıyla altından kalkan bir “kızıl kral”. (topa gelişine vurmak üzere gerildiğinde, spikerin –jeraaaaaaard- diye bağırmaya başladığını hatırlayın yeter.)


Liverpool’un bayrak adamından bir başkasına geçelim. Ravanelli’nin büyük futbolcuları tanımlamak için son derece uygun bir betimlemesi var: “Olağanüstü işler yapabiliyor ve bunları yaparken bize her şey çok basitmiş gibi görünüyor.” Bahsi geçen adam 80’lerin sonunda çocuk olanların Juventus sempatizanı olmasının sebebidir. Alessandro Del Piero. İkinci lige düşen takımından ayrılmaması, 10 numara diye tabir ettiğimiz mevkiinin son örneği olması, bugün 37 yaşında olmasına rağmen görev verildiğinde yirmili yaşlarındaymışçasına efor sarf etmesi bizi mest ediyor. Azıcık izleyince, bu kadar insanın ona hayran olmasına hiç şaşırmazsınız.



Del Piero’nun döneminden günümüze kalan bir efsane daha var. Galli Büyücü Ryan Giggs. Yazıda bahsi geçen isimler hep 30 yaşın üzerinde oldu ama sanırım tecrübe de büyük futbolcu olmanın gerekliliklerinden biri. (Robben olmayan saçından dolayı 23 yaşından beri tecrübeli futbolcu gibi görünüyor) Tecrübe demişken, bir seyirci olarak, 10 yaşından beri sürekli maça gidiyor olsanız, ve senede 20 maça gitseniz - tüm iç saha artı bir kaç deplasman ve avrupa maçları- 900 maç izlemek için 45 seneye ihtiyacınız var. (sanırım Bağış Erten tespiti bu) Ryan Giggs, 21 yıllık futbol kariyerine 900 maç sığdırmış ve hepsinden de anlının akıyla çıktığını belirtmeye gerek görmüyoruz. Kariyerinin her döneminde olduğu gibi, son üç-dört senedir Sir Alex sahanın neresinde ihtiyaç duysa Giggs orda beklenenden fazlasını veriyor. 7 numaralı Kırmızı formanın büyüsü Owen’la bozuldu ama 11 numaralı forma yeniden efsane olma yolunda. Giggs'ten sonra birkaç sene kimsenin sırtına geçmese de yeridir hani.

Bu kadar Avrupa’lı yeter diyerek, yıldız futbolcusu bol, ancak büyük futbolcusu pek de fazla olmayan Güney Amerika’ya gidelim. 2010 Dünya Kupası’nın sinir bozucu aleti vuvuzelayı hatırlarsınız. Aklınıza gelen her duyguyu aynı tekdüze sesle belirtmeye yarayan bu alet, bir ay süren turnuvada sadece bir an sustu. Güney Afrika seyircisini sessizliğe gömen penaltıyı kullanan adam aynı zamanda turnuvanın en iyisi seçilecekti daha sonra. Uruguay’ın Diego’su, Forlan. Futbolcu değil de, tarihi savaş filmlerinde ordusunun başında çarpışan bir komutana benziyor fiziği de. Hani futbolcu olmasaymış, başka herhangi bir sporun da en iyisi olacakmış gibi görünüyor. Forlan bize bir takımın tek başına nasıl yarı finale çıkarılacağını ve aynı zamanda ne kadar alçak gönüllü olunabileceğini gösterdi. Ben hayatımda bu kadar sorumluluk alan ve her seferinde başaran bir futbolcu görmedim. Takımın tüm yükünü taşımasına(korner, serbest vuruş, hem orta saha hem forvet) ve 31 yaşında olmasına rağmen 30 günde 7 maçı böyle yüksek performansla çıkarmasına ayrıca hayran kaldım diyebilirim. Turnuvanın muhtemel yıldızları Ronaldo, Messi ve Rooney maçı evlerinden izlerken Almanya maçında son dakikada kullandığı serbest vuruşta top direkten dönünce yüz ifadesi her şeyi anlatıyordu. ManUtd’da oynarken kaçırdığı gollerden sonra suratında beliren gülümseme ise ayrı bir yazının konusudur.


Ve kıtalardan Avustralya’ya gidelim. Bu noktada işler biraz daha duygusal olacak. Galatasaray taraftarı, Athletic Bilbao maçında “artık” gelmesi gereken muhteşem golü, sadece Hagi’nin atabileceğine nasıl inanıyorsa, Bordeaux maçında, Kewell sağ çaprazda topu sol ayağına aldığında o topu 90’a gönderebilme ihtimalini seviyordu. Gereken zamanda o golü atabilecek, yapılması gerekeni yapabilecek ve o ruhu işe yarar kılacak “Oz Büyücüsünün” yeri hep farklı olacak bizlerde. Rakip takımın da saygı duyduğu büyük bir futbolcu o. Sahada yaptığı en ufak harekete bile kalite katan, yaratıcılığı hiçbir zaman elinden bırakmayan, şapkadan tavşan değil kanguru çıkarabilen ve tüm bunlara rağmen alçakgönüllü bir adam. Çok iyi konsantre olmasına rağmen hırsının, kalpten oynayışının, oyun zekâsına engel olmaması, sinirlenmemesi, herhangi saha içi bir olayda yer almaması, takıma liderlik etmesi, yaşadığı onlarca şanssız sakatlığa rağmen ekmek yediği yeteneğine saygı duyup, vücudunu iyi bakması, antrenmanlarda ve maçlarda son derece disiplinli olması tüm sporculara örnek olacak nitelikte. Kewell, profesyonellik anlamında ideal bir örnek.

Ülkemize transfer olduğunda kulaklarımıza inanamadığımız, gelişleri Atatürk Havalimanında davul zurnayla kutlanan, ancak ayrılırken tek bir yönetici tarafından bile uğurlanmayan yabancı futbolcu sayısı, maalesef bir elin parmaklarını çoktan geçmiş bulunuyor. Ne Lincolnler, Ortegalar geldi, ne Anelkalar, Quaresmalar geçiyor İstanbul’dan. Bunca adam arasından ayrılışı Kewell kadar buruk olan başka futbolcu hatırlamıyorum ben. Son sezonun yarısında oynamamış, sakatlığının ve hastalığının düzelme olasılığı bu kadar düşük bir futbolcu için, ayrılık ihtimali taraftarın karnında kasılmalara sebep oluyorsa, bu futbolcu taraftar için çok özel bir adam olsa gerek. Arda Turan gibi bir oyuncunun bile gitmesine fazla aldırmayan, hatta buna sebep olan Galatasaray taraftarı neden Hagi’nin ayrılışından 10 sene sonra, Hagi bırakırken yaşadığı hüznü ve burukluğu Kewell için de yaşadı? Büyük futbolcu ve yıldız futbolcu birbirinden bu noktada ayrılıyor işte.