28 Mart 2011 Pazartesi

Yeni Stad, Yeni Başkan




18 Mart Cuma günü ilk defa Türk Telekom Arena’yı görme fırsatım oldu. İlk önce gerçekten çok güzel bir stat olduğunu söylemeyelim. Her Galatasaraylının görmesi gereken bir yer ve bunu önemli bir maça denk getirirseniz ihtişamından etkileneceğinize eminim. Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Bursalı, Trabzonlu ve diğer takımları tutan futbolseverlerin en kötü ihtimalle bir milli maça gitmesini isterim. Tabii stada girişte, çıkışta bazı sorunlar oluyor. Özellikle metroda sigara içen tayfaya polis bir el atsa fena olmaz. Bir iki seneye sorunların asgari düzeye ineceğini tahmin ediyorum.

Maça biraz değinecek olursak klasik Galatasaray – Fenerbahçe maçlarından ayrışan bir tarafı yoktu. Galatasaray’ın rakibine pek pozisyon vermediği maçta, Alex yine etkinliğini kullanarak takımının skor almasını sağladı. Yalnız ilk defa bir derbide Fenerbahçeli oyuncuların, deplasmanda olmalarının baskısını üzerlerinde hissettiklerini gördüm. Zaten maç sonu Gökhan Gönül de bunu açık yüreklilikle ifade etmiş. Tarihin en kötü Galatasaraylarından birinin, son yılların en organize Fenerbahçe’sine bu kadar umutsuzluk yaşatmasının en önemli nedeni kesinlikle stadın ihtişam ve atmosferdir. Fenerbahçeliler artık biliyorlar ki deplasmandaki derbilerinden en azından birinde, stattan ellerini kollarını sallaya sallaya çıkmayacaklar.

Galatasaray için bu maçla beraber lig fiilen sona erdi ama sarı kırmızılılar manşetlerin birinci sırasını halen meşgul eden kulüp hüviyetindeler. Son günlerde “Hagi gitsin, Tugay gelsin, o gitsin Cevat (Güler) gelsin, altında Bülent Ünder çalışsın, sezon sonunda Fatih Terim ile Abdullah Avcı beraber gelsin onların üstüne de Lucescu’yu getirelim” gibi fikirlerin Adnan Polat’ın kafasından geçtiğini hepimiz tahmin ediyoruz. Aslında kongre üyelerinin söylemlerine bakarsak Adnan Polat’ın rolü de kendi kafasındaki Hagi rolüne çok benziyordu. Umarım Hagi’yi, Bülent Korkmaz’ı, Ümit Davala’yı, Hakan Şükür’ü ittiği kuyuların daha derininde bir kuyuda olduğunun farkındadır. Polat’ın neyin ve kimin Galatasaray’a daha çok zarar verdiğini kendine bir sorması lazım!

Son 8 haftada artık Galatasaray kesin temizlik hamlelerine başlamalıdır ve bu doğrultuda Emirhan Ergün’ü, Berk Neziroğulları’nı, Onur Arıkan’ı, Ahmet Kesim’i, Bilal Özhan’ı, Cumhur Yılmaztürk’ü, Berkin Arslan’ı, Cem Sultan’ı, Anıl Dilaver’i kullanmaya başlamalıdır. Bu yolu deneyen Galatasaray’ın kazancının kaybından çok daha yüksek olacağını ben buradan garanti ediyorum.

18 Mart 2011 Cuma

Derbi Her Zaman Derbidir

Derbilerden sonra yazı yazmayı sevmiyorum. Bunun Galatasaraylı oluşumla, Fenerbahçe’nin galibiyetlerini kaldıramayışımla falan ilgisi yok. İki takım da güncel form grafiklerinden, lig tablosundaki durumlarından, sakatlık ceza gibi olumsuzluklardan etkilenmeksizin, ellerinden gelen her şeyi en yüksek motivasyonla ortaya koydukları için genelde şans kimin yanında daha fazla durursa gülen taraf o oluyor bu maçlarda. Derbilerden sonra söyleyecek fazla bir şeyim olmadığı için her zamanki gibi yazıyı maç saatinden önce yazmaya karar verdim.

Son bir haftadır etrafımdaki herkes Fenerbahçe’nin Galatasaray’a fark atacağını söylerken, ben de böyle düşünenlere bu kadar emin olmamaları gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Cimbom’un hezimete uğrayacağını düşünenler arasındaki Galatasaray taraftarı sayısının, Fenerbahçelilerden fazla olması ise durumu daha ilginç kılıyor. Son yıllarda Galatasaray taraftarının Fenerbahçe maçlarından önce yaşadığı umutsuzluğun artış gösterdiğini hepimiz gözlemliyoruz. Öğrenilmiş çaresizlik böyle bir şey sanırım. Sarı kırmızılı camiadaki kriz ise bu ümitsizliği pekiştirdi. Galatasaraylılar, en iyi zamanlarda bile alt edemedikleri Fenerbahçe ile tarihinin en kötü sezonlarından birini yaşarken karşılaşacak olmanın sonuçlarından ürküyorlar. Bense bu maçın, bugüne kadar oynadığımız derbilerden hiçbir farkı olmadığını düşünüyorum. Yıllarca, derbilerde oynanan futbol kalitesinin sonuçlara etki etmediğini gözlemledim. Galatasaray tarihinin en parlak sezonunda, İspanyada 4 gol attıktan bir hafta sonra, ligde pek iddiası olmayan Fenerbahçe’ye yenilmedi mi? Şampiyonlar Liginde çeyrek final oynayıp son derece şaşaalı bir şekilde Ali Sami Yen’e gelen Fenerbahçe’nin o maçı vermesi herkesi şaşırtmadı mı?


Futbolcu kalitesi, form durumu, teknik direktör farkı, ligdeki sıralama... gibi bahis oynarken inceleyip kupon hazırlayacağımız istatistikler Fenerbahçe-Galatasaray maçı için geçerli değildir. Hiç olmadı. Geçerli olabilecek bir istatistik varsa, o da favori takımın genelde puan kaybetmesidir. Ayrıca ben bugüne kadar Galatasaray'ın kötü oynadığı bir Fenerbahçe maçı hatırlamıyorum.(6–0 dâhil)

Galatasaray yeni stadında ilk defa derbi oynayacak. Maça her zamankinden farklı olarak, hiçbir hedefi olmadan çıkacak. Fenerbahçe için ise bu maç liderliğe, hatta şampiyonluğa mâl olabilir. Galatasaray’ın son günlerde aldığı sonuçların sebebi, hiçbir hedefi olmayışıdır. Ancak derbide bambaşka bir motivasyonla oynayacaktır. Kadrosunun kalitesi farkı bu motivasyonla kapanacaktır. Bu derbinin sonucu için tahmin yapmak ise bence imkânsızdır.

Biri gelip “Galatasaray hafta sonu Gençlerbirliği ya da Fenerbahçe’yle oynayacak, sizce sarı-kırmızılıların galip gelme ihtimali hangi maçta daha fazladır?” dese, cevabım Fenerbahçe olurdu.

15 Mart 2011 Salı

Gençlere Şans Vermek

Gözde futbolcu Francesc Fabregas 15 yaşındayken(barcelona’nın altyapısında oynarken) babası, Arsenal’in patronu Arsene Wenger’e altyapıda oynayan bu kadar genç bir oyuncunun performansına nasıl güvenebildiğini sormuş. Arsene Wenger’in cevabı ise şaşırtıcı olmuş: Ben ve ekibim şu ana kadar oğlunuzun 50 maçını canlı olarak izledik.


İngiltere’de yaşayan, muhtemelen işi başından aşkın olan bir teknik adamın, İspanya’da bulunan bir çocuk hakkında bu kadar bilgi sahibi olması, bu kadar vakit ayırması normal midir? Fabregas 24 yaşına geldiğinde, halen Arsenal’in teknik direktörü olarak kalacağından eminse tabiî ki normaldir. Peki, Leonardo’nun yerine Inter’in başına geçecek olan teknik direktör böyle uzun vadeli yatırımlar yapar mı? Kendinden öncekileri göz önünde bulundurarak sadece günü kurtarmak adına elinden gelen her şeyi yapacaktır. Ama hiç kimse kendinden sonra gelecek olanlar için vakit harcamaz. Bu durum sadece genç yetenekleri bulup çıkarmak açısından değil, kendi altyapısında, elinin altındaki gençleri değerlendirme konusunda da etkili oluyor.

Dünyanın her yerinde genç futbolcuların sık sık sahaya çıkmaları gerektiği konusundaki görüş ortaktır. Ancak başarıya ulaşmak için teknik direktörlere tanınan süre, bir elin parmaklarıyla sayabileceğimiz birkaç kulüp dışında yetersizdir. Ülkemizde de, gençlere şans verilmemesi hakkında hepimiz hemfikiriz. Oysa Türkiye’deki teknik direktörlük şartlarında genç oyuncularla uğraşmak, idealist bir çabadan öteye gidemez. Normal olarak, takıma 3-4 yıl sonra fayda sağlayacak ( bu süre içinde normal bir Türk takımı biri yabancı biri yerli olmak üzere en az iki teknik adam değiştirmiş olur) bir genç yerine, kariyerinin sonlarına gelmiş ve o günü kurtaracak olan ağabeyler forma şansı bulur. Çünkü bizde önemli olan tek şey maçı kazanmaktır.(“bizde” deyip duruyoruz ancak başka ülkelerde durum farklı değil) Mantıklı düşünürsek maç yerine bir genç oyuncuyu kazanmak daha faydalıdır. Ancak teknik adam maçı kaybettiği için kazandığı genci bir daha oynatma şansı bulamayabilir. Bu kısır döngü içerisinde kendini çok çabuk kanıtlayıp sıyrılanlar dışında, gençlerin a-takım tecrübesi kazanması çok zor görünüyor.


Yeri en sağlam olan teknik adamlardan biri olan Alex Ferguson sezonun iki sezon önce Arsenal maçında (yenik durumdayken) kaptan Gary Neville ve tecrübeli Wes Brown varken sağ beke 18 yaşındaki Rafaeli oyuna alabiliyor. (bunun karşılığını 90. Dakikada Rafael’in harika volesiyle aldı) Yeri sallantıda olan biri böyle riskler alamaz. Fenerbahçenin ve tabiî ki milli takımın orta sahasına ilaç gibi gelecek olan Gökay Iravul sezon başından beri tek tük oynasa da hak ettiği dakikaları alamadığını düşünüyorum. Bunun sebebi Aykut Hoca’nın kafasının hiçbir zaman rahatlamaması. Ofansif yönü bu kadar kuvvetli bir genç yerine savunmaya dayalı yönleri ağır basan Selçuk Şahin’i oynatıp işi sağlama almak zorunda. Çünkü maçı kaybederse, tecrübe kazandırdığı genç Gökay gelecek sezon başka teknik direktörle çalışıyor olacak.

Teknik direktörlerimizi “gençlere şans vermiyorlar” diye eleştirmek yersiz. Kulüp yönetimleri taraftarın gözünü boyamak adına en maliyetsiz yol olan teknik direktör değişimine devam ettiği sürece gençlerin şans bulması zor görünüyor.

6 Mart 2011 Pazar

İçimizdeki Avustralyalılar


Galatasaray, tarihi bir haftayı daha geride bıraktı. İlk önce ligin bitmesine 11 hafta kala ligdeki kendi yenilgi rekorunu kırdı. Daha sonra da çarşamba günü Avrupa'da maça çıkmama süresini iki yıla uzattı. Son maçla beraber başkanından kaleci antrenörüne kadar herkesin koltuğunun sallandığı bir döneme girildi. Son 4 sezonda 4 teknik direktör, 43 oyuncu transfer eden Galatasaray sezon sonunda yine çok büyük bir sirkülasyon yaşayacak. Basında çıkan çoğu habere göre (Misimovic'in gitmesiyle) şuan 9 olan yabancı sayısının tekrar 3'e kadar düşürülüp gönderilenlerin yerine 7 yabancı transferi düşünülüyor.

Galatasaray yönetimi hatalarından ders almadığını bizlere açık açık gösteriyor. Yoldan geçen herhangi birine Galatasaray’da sizi rahatsız etmeyen oyuncularını say desen; alacağınız cevaplardaki ortak isimler "Baros, Arda, Neill, Kewell, Culio, Stancu" olur. Yani çoğu futbolsevere göre kalite eksikliğinin en büyük sebebi yerli oyuncular, ancak yönetim hala sorunun yabancı oyuncularda olduğunu düşünüyor. Galatasaray'ın burada adresi çok açık, ya gurbetçilere yönelecek ya da kendi altyapısına yatırım yapmaya başlayacak.

Türkiye liginde 10 yabancı hakkı var ama bunların sadece 6 tanesi ilk onbire, toplamda 8 tanesi ilk onsekize girebiliyor. Beşiktaş gibi, Fenerbahçe gibi 10 yabancı hakkının hepsini kullanan takımlar yedek bekleyen ve tribüne giden o dört oyuncu yüzünden takım içinde sıkıntı yaşıyorlar. Takımlar o 4-5 kişilik yabancı haklarını ya gelecek vaat eden oyunculardan ya da kalitesi ve katkısı belli ama yüksek istikrarı olmayan oyunculardan kurmalı. Bu yüzden Galatasaray'ın Kewell ile ücretinin büyük bölümü maç başı olmak üzere tekrar anlaşması gerektiğini düşünüyorum.



Kewell dışında bir oyuncu var ki gitmesi tam bir saçmalık: Lucas Neill. Bu kadar tecrübeli, savaşan, istikrarlı, ayaklarına hakim, maç seçmeyen bir oyuncuyu hangi gerekçe ile göndermeyi düşünüyorlar, anlamış değilim. Galatasaray Popescu'dan sonra ilk defa geriden oyun kurmayı bilen ve maç ayırt etmeden aynı performansı gösteren bir futbolcuyu buldu. Onun değerini bilip ve onu iskeletin en önemli parçalarından biri olarak göreceği yerde, sözleşmesini uzatmamayı düşünüyor. Galatasaray geçen sene Avrupa Ligi kupasını kaldıran Atletico Madrid'e Luca Banti ve Caner Erkin'in çapsızlıkları yüzünden kılpayı farkla elenmişse; bu sene Beşiktaş'ın, Fenerbahçe'nin ezildiği Kayseri deplasmanında hakem hatalarının kurbanı olmuşsa; 11 yıl sonra Kadıköy'den puan çıkarabilmişse bunda Lucas Neill'ın payı çok büyüktür. Aslında öyle çok gerilere gitmeye de gerek yok; çarşamba günü Gaziantep maçında fark yaratmaya çalışan üç adam vardı Galatasaray'da: Baros, Neill, Yekta.

Galatasaray yönetimi (kim olursa olsun) bu sefer analizi ayrıntılı ve doğru yapmak zorunda. Yetenekli bir kaleci (Shay Given, Karcemarskas gibi), Neill, Culio, Baros'dan kurulmuş Galatasaray'ın iki sene içerisinde tekrar şampiyonluk yarışında olacağını düşünüyorum. Neill da Galatasaray'dan gidiyorsa bile Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor, Bursaspor, Arsenal, Liverpool'dan birine gitmesini isterim. Futbol anlamında gözümüzü okşayan bir futbolcunun daha ortadan kaybolmasını istemiyorum!