11 Şubat 2011 Cuma

Tesadüf mü?

Türkiye’de ilk kez 4 büyükler dışında bir kulüp lig şampiyonu oldu geçen sene.


Yine geçtiğimiz sezon Eredivisie’de FC Twente, Capello’dan önceki İngiltere milli takımı teknik direktörü Steve McClaren yönetiminde, kulüp tarihindeki ilk lig şampiyonluğunu elde etti. Bundesliga gibi dünyanın önde gelen liglerinden birinde Wolfsburg, Felix Magath yönetiminde, kulüp tarihindeki ilk lig şampiyonluğunu elde etti 2 sezon önce. Romanya Liga 1’de Cluj da, 2007-2008 sezonunda tarihindeki ilk lig şampiyonluğunu elde etti ve geçen sene yine ligi şampiyon olarak tamamladı. Fransa Ligue 1’de 2008-2009 sezonunda FC Bordeaux, Laurent Blanc yönetiminde, Lyon’un 7 senelik şampiyonluk serisine son verdi, 10 yıl aradan sonra kulüp tarihindeki 6. lig şampiyonluğunu elde etti.


Geçmişle kıyasladığımızda, son birkaç sezondur UEFA Kupası’na katılan kulüplerin isimlerinin ağırlığı(!) artmasına rağmen Zenit, Shaktar Donetsk gibi daha önce Avrupa futbolunda söz sahibi olmamış takımlar, bu kupayı kazandılar; Fulham, Werder Bremen gibi mütevazı bütçelerle kurulan ekipler final oynadılar.

Bu ilginç, aynı zamanda tarihi başarıların son yıllarda artmış olmasının birkaç sebebi var ve beni mutlu eden, bu başarıları yaşayan her takımın kendince bir futbol anlayışı ortaya koyması oldu. Karşılaşacağı takımlara karşı önlem almaktan ziyade, kendi oynayacakları futbol sistemlerini ön plana aldılar, bir felsefe ürettiler ve bu başarılar geldi.

Takımlardaki düşünce yapısındaki bu değişikliğin en önemli ayağının teknik direktörlere dayandığını düşünüyorum. Bilgi paylaşımının maksimum seviyeye eriştiği bu çağda, işini iyi yapmayan, bilmeyen, öğrenmeye açık olmayan, kendini geliştirmeyen, yerinde sayan insanlara hiçbir sektörün tahammülü yok ve teknik adamlar da bu gerçekten paylarını aldılar. Bir kısmı elendi, eleğin üstünde kalan çalışkan, donanımlı, sürekli yeni bir şeyler kapmaya çalışan teknik direktörler var artık. Teknik adamlardaki bu kalite artışı, futbolun doğrularının sahada uygulanmasının önünü açtı. Bilgili beyinler, kazanmak, gol atmak için yeni, yaratıcı çözümler ortaya koymaya başladılar.

Jose Mourinho, bir röportajında günümüz futbolcu ve teknik adam ilişkisiyle alakalı şöyle diyor: “Futbolcu artık çok daha bilge, zeki ve mükemmeliyetçi. Bu yüzden artık hocalar da eskiye göre çok daha donanımlı olmalılar. Sadece futboldan anlayan bir hoca, bitiktir.” İnsan yönetimi, duygu ve ego yönetimi anlamında doğru kararlar alabilen ve uygulayabilen teknik adamlar, takımların sahada elde ettiği başarıların artık sadece oyun bilgisiyle gelmeyeceğinin farkındalar ve ortalama kalite takımlarla elde ettikleri büyük başarıların temelinde bu gelişen futbolcu – teknik adam ilişkileri yatıyor.

Öte yandan, düşünce yapısının değişmesiyle dolaylı olarak, doğru bilgileri elde eden, kültürü ve birikimi artan, rakiplerine değil, kendi oynayacakları oyuna konsantre olan futbolcular, daha önce alt edemeyeceklerine inandıkları rakiplerini gözlerinde fazla büyütmeyip, kendilerine güvenerek, cesaretle sahaya çıkmaya başladılar.

Bilgi paylaşımının bir diğer sonucu olarak, artık her takımın kalesini nasıl savunacağını öğrendiğini söyleyebiliriz. Defansif pozisyonlar, kademe anlayışları, pres zamanlaması gibi futboldaki defansif oyun görüşü, her takım için belli bir çizgi etrafında toplanmaya başladı. Bireysel hataların ya da tam tersi bireysel becerilerin artık çoğu maçın skorunu tayin eden iki önemli etmen olması, defansif anlamda doğruların herkes için aynı olduğunu ve bu doğruları artık herkesin tam anlamıyla bildiğini kanıtlar nitelikte.

Geçmişte, güçsüz olan takımların onlara karşı güçlü sayılabilecek takımlara karşı yaşadıkları fiziksel dezavantaj, maçların sonucuna direk etki ediyordu. Günümüzde antrenman tesislerindeki yüksek imkânlar ve verimli antrenman teknikleri üst düzey liglerdeki kulüpler için standart haline geldi. Böylece maç temposunda, ikili mücadelelerde yaşanan fiziksel dezavantajlar ortadan kalktı, futbol bu anlamda daha adil bir oyun haline geldi.

Ben takımları başarıya götüren önemli birçok faktörün yanında, Barcelona, Arsenal ve Manchester United gibi güzel oyun oynamaya çalışan takımların, tarihi başarılar elde eden kulüplere ve bu kulüplerin oyuncularına ve teknik adamlarına ilham kaynağı olduğunu düşünüyorum. Güzel oyuna gönül veren bu takımlar sayesinde, başarılı olan takımlar aslında futbolun basit bir oyun olduğunu öğrendi. Futbolcular topa değer verdikçe, topun kendilerinde kalmasını sağlamaya çalıştıkça, hem gol bulabileceklerini, hem de böylelikle az gol yiyeceklerini fark etti. Her takım topu dan-dun vurmak yerine, topa değer vererek pas yapmaya başladı, takımlara ofansif futbol anlayışı yerleşti.

Son olarak kısa olsa da hakemlerden bahsetmek istiyorum. FIFA’nın ve UEFA’nın oyun kurallarının uygulanışı konusunda önem verdiği iki nokta var. Tarzları farklı olsa da, hata yapsalar da hakemlerin her maçta belli bir standart içerisinde tutarlı olarak maç yönetmelerini sağlamak bu kurallardan birincisi. İkincisi ise futbol oynamaya çalışan takımları korumaya yönlendirmek. Bu anlamda adaletin eskiye oranla daha iyi işlemesinin, ortaya çıkan bu tarihi başarılarda rolü olduğunu düşünüyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder