2010 senesinde dikkatleri üzerine çeken futbolculardan bahsetmek istiyorum. Kimisi yeni yeni parlıyor, kimisi çıkışını sürdürüyor, kimisi eski şaşaalı günlerini tekrar yaşamaya başladı; o yüzden listeyi her hangi bir kalıba sokamadım.
Sıralamanın her hangi bir önemi olmamasına rağmen Diego Forlan’la başlamak istiyorum. Dünya Kupasının en değerli oyuncusu seçilmesinin yanı sıra, Atletico Madrid’in Avrupa Ligi kupasına uzanmasında yaptığı kritik işlerle de senenin en çok hatırlanacak isimlerinden biri olmayı hak etti. Uruguaylı diğer futbolcuları da kutlamak lazım ama Forlan bize bir takımın tek başına nasıl yarı finale çıkarılacağını ve aynı zamanda ne kadar alçak gönüllü olunabileceğini gösterdi. Ben hayatımda bu kadar sorumluluk alan ve her seferinde başaran bir futbolcu görmedim. Takımın tüm yükünü taşımasına(korner, serbest vuruş, hem orta saha hem forvet) ve 31 yaşında olmasına rağmen 30 günde 7 maçı böyle yüksek performansla çıkarmasına ayrıca hayran kaldım diyebilirim.
Jose Antonio Reyes ise Atletico Madrid’i Avrupa Ligi şampiyonu yapan oyuncuların başında geliyor. Ne Maradona’nın veliahtlarından biri olan Agüero, ne de dünyanın en iyi santraforlarından biri olan Forlan, takıma Reyes’in yaptığı katkıyı yapmadı. Reyes ne Real Madrid, ne de Arsenal’de bu kadar yüksek performans göstermemişti. Kariyerinin beklide en iyi form tuttuğu sezonu 2009-2010 olarak gösterebiliriz.
Inter bana ne kadar antipatik de gelse Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Mourinho’nun takımından üç ismi listeye almak için kendimi zorunlu hissediyorum. Diego Milito için söylenebilecek tek şey var. Herkes onu pasıyla, şutuyla, durduğu yerle ve soğuk kanlılığıyla tam bir forvet olarak tanımlıyor. Şampiyonlar Ligi başarısında Milito kadar payı olan bir başka isimse Wesley Sneijder’dir. (Türk spikerlerin kendisinden ısrarla ŞŞınayder diye bahsetmesinden kurtulamamasına rağmen) Kulübündeki harika sezonunun arkasından Dünya Kupasında ortaya koyduğu oyunla, kimilerine göre Altın Top ödülünü Forlan’dan daha fazla hak etmiştir. Inter’in sağ (bek demeye dilim varmıyor çünkü adam sağ tarafı olduğu gibi sahiplenmiş) kanadındaki hızlı, çalım atan, çalım yemeyen, sert ve isabetli şutlar çeken… gibi bir çok özelliğini sayabileceğimiz çok faydalı makinenin adına Maicon diyoruz. Juventus’a attığı gol yılın en güzel gollerinden birisidir belki ama bu golün tekrarını bize harika açılardan izleten maç yönetmeni benim için 2010 senesinin tartışmasız en iyi yönetmenidir.
Maicon’dan bahsetmişken, Brezilyalının tüm karizmasını çizen Gareth Bale’dan bahsetmemek olmaz. Inter maçında solundan atıp sağından geçme kavramını yeniden gözden geçirmemizi sağlarken, bize birden fazla Deja Vu yaşatmıştı. (aynı kanattan sürekli depar atan birini düşünün) Bu maçtan sonra “Maicon için bir taksi” çağıran Totenham taraftarını da tebrik etmek lazım. Premier Lige başlamışken Andy Carroll ile devam edebiliriz. Uzun boyu, boyundan beklenmeyecek kadar çevik olması, çok iyi kafa vurmasının yanı sıra ileriye doğru atılan her topu bir şekilde kontrol etmesi, vurduğu topların kaleye gitme ihtimalinin yüksek oluşu gibi özelliklerini bir kenara bırakalım. Carroll’ın bir kaç eski Türk futbolcuyu bile memnun edebileceğini iddia ediyorum. Futbolun takım oyunu olduğunu göz ardı edip Andy Carroll’ın tek başına maç kazanabileceğini söyleyebilirim.
Sıra geldi benim takımın bu seneki yıldızına. Barcelona için Iniesta neyse, Arsenal için de Samir Nasri odur desem yeterli olur sanırım. Gün gelir Arshavin’in yerine geçer, Fabregas sakatlanınca onun gibi oynar eksikliğini hissettirmez, forvet hattı zayıfsa onlara yardımcı olur… ama Nasri oynamazsa, yeri görünür. (gizli Iniesta reklamı!) Ne zaman ne yapacağını tahmin edememek Nasri’yi izlemenin en güzel yanı diyebilirim. Benim için 2010 senesinin en güzel golü de Nasri’nin Fulham’a attığı 2. goldür. Lütfen izleyiniz.
Sağ kanatta ters ayaklı oynayan, birden ceza sahasına doğru hızlanıp, yerden isabetli şutlar çeken oyuncu kimdir diye sorsam aklınıza kaç kişi gelir? Hayır Messi’den bahsetmiyorum. Arjen Robben, Bayern Munich’in Şampiyonlar Ligi yolunda şu yukarıda verdiğim tarifeyi uyguluyordu. Takımının finale çıkmasında bir hayli katkısı oldu. Chelsea’de, Madrid’de sergilemeyip sakladıklarını Munich’de gösterdi. Dünya Kupasında çok eğlendiremedi bizi ama sağ kanattaki varlığı, Hollanda’ya yetti diyebiliriz. Dünya Kupası, Robben’leri izlemek dışında yeni yeteneklerle de tanıştığımız turnuvadır ya bizler için, benim aklımda kalan parlak çocuğun ismi Alexis Sanchez’di. Şili’nin oynadığı modern futbola yaptığı katkının yanı sıra tek başına da sorumluluk alabileceğini ilan etti. Kendisini bir an önce TV’lerimizde canlı yayınlanan maçlarda izlemek istiyoruz.
Dünya Kupasında modern futbola terfi eden bir başka takımsa Almanya oldu. Burada o güzel Almanya milli takımından sadece bir oyuncuya yer var. Werder Bremen’e gittiği günden beri form grafiği bir kere bile düşmeyen Mesut Özil, Real Madrid’te de üstüne koymaya devam ediyor. Mesut’un oyunundan defalarca bahsettik o yüzden sadece, Avrupa’daki Kaka transferi dedikodularına sebep olduğunu söylemekle yetineceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder