22 Kasım 2010 Pazartesi

My name is Şenol Güneş – 2

Geçen Çarşamba günü Hollanda – Türkiye maçını geride bıraktık. Hiddink bize bu maçta birçok yeni oyuncu sundu. Hepsi tanıdığımız ancak tam anlamıyla oyunlarının iyi ve kötü yanlarını ayırt edemediğimiz isimlerdi. Çoğumuzun aklında Nuri’nin uzun pasları, Selçuk İnan’ın topu rakibinden söktükten sonra olumlu kullanması, Burak Yılmaz’ın hayret verici şekilde ayağına gelen topları kaptırmayışı, Umut Bulut’un girdiği pozisyonlar, Serdar Kesimal’ın biz Türklerin alışmadığı şekilde daha çok orta saha oyuncusuna benzer topu oyuna sokuşları ve Engin Baytar’ın aldığı kısa sürede yarattığı heyecan kaldı. Kısaca son dünya ikincisine yenildik ama üzülmedik; aksine umutlarımız yeşerdi. Siz de dikkat ettiyseniz eğer, hafızamızda yer alan bu karelerin üçte ikisinin ortak bir özelliği var: Şenol Güneş’in eli her zaman sırtlarında.


Geçen haftalarda bir Şenol Güneş yazısı yazmıştık. Bu ülkenin şu an en güzel futbol oynayan takımının açık ara Trabzonspor olduğunu ve başındaki hocanın bunda yüzde yüz etkisi olduğunu söylemiştik. Bunun yanında, basın toplantılarında sanki Alex Ferguson’u izlediğimizi ve Türk teknik adamlardan bu yönüyle tamamen ayrıldığını ifade etmiştik. Sağolsun Şenol Güneş bizi hiç mahcup etmedi. Takımı şuan lider ve şampiyonluğun en büyük favorisi. Bize de olumlu anlamda malzeme vermekten geri kalmadı.


Şenol Güneş, Beşiktaş maçından sonra bir açıklama yaptı ve bizi şaşırtan şu ifadelere yer verdi: “Trabzonspor'da Teknik Direktör Şenol, Beşiktaş galibiyetine karşın bazı oyuncuların sergilediği performans ve maç içerisinde yaptıkları bencillikler yüzünden oldukça sinirli. Rakip kim olursa olsun alınan galibiyetten çok oynanan futbola dikkat ettiğini söyleyen Güneş, "Kazanmamıza rağmen çok yanlışımız olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Oyun güzelliğini bozduğunun farkında olmayan oyuncularımız var. Bunun farkında değiller ama yapıyorlar. Yeteneğini kullanmalısın ama ne yaptığını da bilmelisin. Maç kazanıp, kaybetmek çok önemli değil önemli olan yanlışları devam ettirmemek" diye konuştu.” Şimdi bu açıklamayı rica etsem bir daha okuyun. Bir takım teknik direktörü eğer çok ciddi bir özgüvene sahip değilse (Jose Mourinho, Arsene Wenger, Alex Ferguson gibi) bu konuşmayı futbolcularıyla Pazar günkü maçtan ancak 2 gün sonra antrenmanda sakin bir ses tonuyla yapar. Kendi sahanda böylesi önemli bir rakibine çok büyük bir çelme taktıktan sonraki basına karşı ilk açıklaman bu yönde oluyorsa şampiyonluk, başarı, zafer gibi kavramları çoktan hazmetmişsin ve onların gelmesini sadece bir kariyer başarısı olarak hanene yazılmasını bekliyorsun demektir. Arsene Wenger de Alex Ferguson da görebilecek neredeyse bütün başarıları gördükten sonra kafalarındaki mükemmele ulaşmak için bir yola girdiler. Bu yolun amaçladığı yer sadece kariyerlerine birkaç kupa daha eklemek olamazdı. Bugün ulaştıkları noktada; Manchester United soyunma odasına 2 veya 3 farklı yenik gittiğinde o maçın kesin dönmeyeceğini iddia edebilecek bir futbolsever yok. Ya da Arsenal’in bir maça çıkmadan önce o maçta kötü futbol sergileyeceğini tahmin eden bir yorumcunun futbol bilgisinden çoğumuz şüphe ediyoruz. Yaratılan bu değerlerin kariyerle, başarıyla bir ilgisi olmadığını karakterin ön plana çıkarıldığını düşünüyorum. İki teknik direktör de bu yolda bazı acılar çekti. Ama sahip oldukları özgüven ilk önce onları bu yola soktu daha sonra da bu yoldan başları dik bir şekilde çıkmalarını sağladı. Benzer bir özgüvenin şu an Şenol Güneş’te de oturmakta olduğuna inanıyorum.

Şenol Güneş’in belki onlar gibi bir yola girmeye; yani takım yaratmaya, karakter yaratmaya biraz daha zamanı var ama en azından futbolseverleri mutlu etmenin yollarını aradığını görebiliyoruz. Şenol Hoca eminim bu yönde kendini geliştirmeye devam edecek ve bizi de kendisini, takımını konuşmaya zorlayacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder