30 Nisan 2010 Cuma

Nasıl Anlatayım, Bilemedim!

Uzaylı dediğimiz, yenilmeyeceğine inandığımız takım Inter’e elendi. Futbol bu, olmayacak iş değil. Ancak beni şaşırtan kamuoyunun bu duruma çok sevinmesi oldu. Sanırım bu, güçlünün karşısında, güçsüzün yanında yer alma isteğinden, merhamet duygusundan falan kaynaklanıyor. Mourinho zor olanı başardı, Barcelona’yı kilitleyerek istediği sonuca ulaştı. Barcelona’yı alt etmenin başka yolu olmadığını, karşılarında hücum futbolu oynamanın intihar olacağını bende biliyorum. Ama yinede bu konuda hoşgörülü olamıyorum. Makyavelist futbol bana göre değil. Mourinho’yu tebrik ediyorum ama asla takdir edemiyorum.Pozitif, göze hoş gelen, izleyenin keyif aldığı, bizi şaşırtarak zevk veren futbol diye diye dilimizde tüy bitti. Mourinho bunların hepsini bir kalemde silip sonuca yönelik futbol oynuyor. “Savunma da futbol’un bir parçası, sonuca giden yol buysa neden olmasın?” diyecekler için söylüyorum, bu oyunu biraz da izlemesi zevkli olduğu için izliyoruz, mesele sadece kimin kazandığını görmek değil. Bu sporu bu kadar popüler yapan, kazananın kim olacağını merak etmemiz olsaydı sadece penaltı atışları ile aynı hazzı yaşayabilirdik. Aynı arkadaşlar galip ve mağlup olmadan bu oyunun anlamsız olacağını savunacaktır. Bunu da şöyle açıklamak istiyorum : Futbol’un diğer sporlardan bir farkı var. Bu oyun berabere, hatta 0–0 bile bitebiliyor. Futbol, beraberliğin bir sonuç olarak sayıldığı ender sporlardan birisi olduğuna göre biraz da haticeyle ilgilenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Eminim hâlâ “savunma da futbolun bir parçası” diyenler vardır. Ve bu arkadaşlar genelde sadece neticeyle ilgilenirler. “Mourinho dersini çok iyi çalışmış, Inter o kadar harika savunma yaptı ki Barcelona kendi sahasında ilk pozisyonunu 82. dakikada buldu” dediğinizi duyar gibiyim. Peki, uzatmada verilmeyen golü ne yapacaksınız. Hakem o kadar büyük bir hata yapmasa, o çok önem verdiğiniz netice kimi sevindirecekti? Mourinho, küstahlığın karizma sayıldığı koşusunu yapabilecek miydi? Şimdi de geçen seneki yarı finalde Chelsea’nin verilmeyen penaltısından bahsedeceğinizi tahmin ediyorum. Bende konuyu buraya getirmek istiyordum zaten. Hakem kararları, şanssızlık gibi detayları bu kadar net hatırlamamızın tek sebebi var. Savunmaya dayalı, kendi oyununu oynayan değil karşısındakinin oyununa müdahale etmeye çalışan futbol anlayışı. Yani işini ikincil faktörlere bırakan, kontrolü karşı tarafa veren oyun tarzı. Bu konulara daldığımda hep aynı sonuca varıyorum. Bana ters gelen tek şey “işini şansa bırakmak”. Göze hoş gelen, keyifli futbolun en basit tanımını kendimce şöyle yapabilirim: Tüm takımın dâhil olduğu birkaç sade pasla gelip atılan bir gol, uzaklardan “belki girer” diye çekilmiş bir şutla gelen golden daha değerlidir. Burada kritik nokta işi şansa bırakmamak. Şans faktörünün en aza indirgendiğini fark eden seyirci, hak edenin kazandığına tereddütsüz inanıyor ve izlediği futboldan maksimum keyif alıyor. İşte savunma futbolu bana bu nedenle ters geliyor. En ufak hata, konsantrasyon bozukluğu, yanlış karar aleyhinize işliyor. Çünkü kontrol sizde değil. İşiniz pamuk ipliğine bağlı. Yani kimseyi suçlayamazsınız.

Kalesini savunanı izlemeyi, hücum edeni izlemekten daha çok sevenlerin olduğunu da biliyorum. Ara pası atandan çok o pası verdirmemeye yönelik oynanan oyun kiminin daha çok hoşuna gidiyor olabilir. Buna saygı duyuyorum. Zevkler ve renkler tartışılmaz. Savunmak her zaman hücum etmekten daha zordur. Aslında Mourinho zor olanı başarıyor. Bir boks maçı düşünün. Bir taraf açık dövüşüyor. Sürekli yumruk atmaya çalışıyor. Diğerinin ise tek hedefi kapanıp yumruk yememek. Kendini savunanın işi daha zor, değil mi? Ama ben yinede açık oynayan sporcuyu desteklerim. En azından yaptığı sporun ruhuna daha uygun davranıyor.

Güzel futbol’u galibiyet ile karşılaştırmaya bir örnek ile devam edebilirim: Ben Galatasaray taraftarıyım ama neden Galatasaray’ı tuttuğumu bilmiyorum. Bu benim bilinçli bir tercihim değil. Galatasaray şampiyon olduğunda sevincim tamamen duygusal oluyor. Ama Arsenal’i Barcelona’yı sevmem, desteklemem benim kendi kararım. Barcelona’nın Inter’e elenmesine çok üzüldüm. Ben Katalan değilim. Yani Barcelona’yı desteklememin duygusal bir yanı yok. Ama maç izlerken beni en çok onlar eğlendiriyorlar. Barcelona’yı bunun için seviyorum. Aslında Barcelona’nın kendisini değil, onları izlemeyi seviyorum. Yani Barcelona elenince ben bu takımı daha az izlemiş oluyorum. Bir maç keyfini bundan daha teknik şekilde tarif edemeyeceğim.

“Benim için tuttuğum takımın galip gelmesi önemli değil, önemli olan güzel oynamasıdır.” deyince insanlar şaşırıyorlar. Ben bu takımı ideolojik sebeplerle tutmuyorum ki. Niye galibiyetine sevinip, mağlubiyetine üzüleyim ki. İzlerken beni şaşırtsınlar, garanti işler yapsınlar, işi şansa bırakmasınlar yeter. Şimdi Mourinho çıkıp “Sen keyif alacaksın diye biz yenilecek miyiz ?” diye sorsa konu bambaşka yerlere gidecek. Bir de oturup tüm futbol endüstrisinin, seyircinin ilgisini canlı tutmak üstüne kurulduğundan bahsetmek zorunda kalacağım. Bunun sonu da tavuk ve yumurta hikâyesine varır gibime geliyor.Pique’nin attığı gole değinmeden geçersem içimde kalır. Her şeyin kısacık özeti o golde saklı sanki. O dönüşüyle hem işini şansa bırakmadı, hem de hiç kimsenin tahmin edemediğini yaptı. Kendisine teşekkür ediyorum.

Not: Yukarıdaki yazı kesinlikle objektif değildir. Yüksek miktarda mübalağa içermektedir. Eğer zamanınız varsa, önyargılarınızı bir kenara bırakıp, sorgulamadan bir kez daha okumanızı rica ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder